21 Eylül 2017 Perşembe

MEDYA VE İLETİŞİM TEZİ

SOSYAL BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU
MEDYA VE İLETİŞİM BÖLÜMÜ
MEDYA VE SİYASETİLİŞKİSİ İÇERİSİNDE
TÜRKiYE’DE GAZETECiLiK VE SANSÜR
ÖZET
ÖNSÖZ…………………………………………………………………..1
1.GİRİŞ ………………………………………………………………… 2
2. MEDYA SAHİPLİK YAPISI VE YAPISAL DÖNÜŞÜM
2.1. Medya Sahiplik Yapısındaki Yapısal Dönüşüm …………………….7
2.2.Türk Medya Yapısında Gazeteci Sahiplerden Basın Dili Sahiplere
Geçiş Dönemi ……………………………………………………….. 11
2.3. Türk Medyasında Mülkiyet Yapısı …………………………………. 14
3. GAZETECİ KİMLİĞİ VE GAZETECİLİĞİN ARKA PLANI
3.1. Gazeteci Kimliğinin Tanımları ve Mesleğin içindekilere Göre
Gazetecilik Algısı…………………………………………………......17
3.2. Patronaj Yapısının Gazeteci Kimliğine Yansımaları ………………… 18
3.3. Gazeteciliğin Arka Planında Yaşananlar ……………………………... 19
4. MEDYADA ÖZGÜRLÜK, SANSÜR VE ETİK İLKELER
4.1. Basın Özgürlüğünün Ortaya Çıkışı ve Türk Medyasındaki Yeri ……..21
4.2. Gazetecilikte Sansür ve Oto sansür …………………………………….22
4.3. Gazetecilikte Etik Kurallar ve Mesleki İlkeler ………………………....23
KAYNAKÇA ………………………………………………………………….26
1
ÖNSÖZ
Bu çalışmada, çağdaş demokrasilerde medyaya atfedilen rol ve gazetecilik ideali ele alınırken,
1980 sonrası yapısal olarak dönüşüme uğrayan Türk medya sektöründeki değişimler ve bu
değişimin gazeteci kimliğine yansımaları ortaya konmaktadır. Dönüşüme uğrayan medya
yapısının tarihsel süreci anlatılırken, medya siyaset ilişkisinde yaşananların, gazetecilik
mesleğine etkileri somut örneklerle aktarılmıştır
2
GİRİŞ
Modern dünyada, bireylerin ve toplumun değer yargılarını şekillendiren en önemli kurumların
başında kitlesel medya gelmektedir. Medya ritüelleri üzerine çalışan Nıck Couldry (2005: 59),
toplumlardaki sosyal dönüşümün medya sayesinde sağlandığını ve medyanın yapısına paralel
olarak iyi ya da kötü sonuç verdiğini ileri sürer. Çağdaş yönetim biçimi olan demokrasilerde
medya demokrasinin aracı olarak görülmektedir. Örneğin; Tocqueville medyayı, “özgürlüğün
en demokratik formülü” olarak tanımlarken Mendes France da “basın, modern demokrasinin
belli başlı öğelerinden biridir” demiştir (aktaran Bülbül 2001: 2). Liberal demokrasi tezleri de
medyaya büyük önem atfederken, bilginin geniş kitlelere medya araçları tarafından
ulaştırılabildigini ve ancak bu sayede bilgili toplumlar yaratılarak demokrasiye katkı
sağlanacağını ortaya koymaktadır. Kitlesel medyasının eleştirel ve bilgilendirme işlevi olduğu
öne sürülerek, kamuyu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olunmasını sağlayacağı tespiti
vardır. Bu saptamanın yanı sıra, siyasal iktidar ve toplumdaki güç odaklanm denetlemesiyle
kamuoyunun oluşmasında katkı sağlayacağı da var sayılmaktadır. Sahip olunan bu güç
günümüzde medyayı, yasama, yürütme ve yargıdan sonra gelen, dördüncü kuvvet olarak
tanımlanmasına neden olmuştur.
Liberal çoğulcu yaklaşımda medya dördüncü güç işlevini, kamuoyunun sesini gündeme
taşıma ve siyasal iktidarı denetlemek işlevleriyle yerine getirmektedir. Başka bir anlatımla
medyanın, liberal demokrasilerde gözetimci rolünü yerine getirdigi ve düşünce pazarı
oluşturduğu düşünülmektedir, Dolayısıyla medya demokratik sistemin sürmesinin ve
vatandaşların sürece katılımının‘’garantörü olmaktadır” (aktaran Özer 2008: 1). Medya ve
demokrasi ilişkisi üzerine geliştirilen argümanlarında, medyanın varoluş alanında düşünce ve
ifade ö gürlüğü oldugu ele alınmaktadır. Demokrasinin medya ile ilgili pek çok tartışmanın
odak noktasında olduğundan hareketle, medyanın demokrasinin korunmasıyla ilgili önem arz
eden bir misyona sahip oldugu söylenebilmektedir.
3
Medya alanında çalışan akademisyenler ve gazeteciler medya, demokrasi ilişkisi üzerinden
ortak paydada buluşan tespitler yaparak bu iki kavramın birbirinden bağımsız olarak
düşünülmeyecek hale geldigini ve gazetecilik mesleginin de demokrasi için hayati önem
taşıdıgını ileri sürerler (Schudson: 2006 Yılmaz: 2009). Kitlesel medya üzerine tarihsel
boyutlu araştırmaları olan James Curran, liberal demokrasilerde medyanın önemini tartışırken
kitlesel medya aracılıgıyla demokrasiye katkı saglanabilecegini savunur (aktaran Dahlgren
1991: 27). Curran (1997: 142) ayrıca enformasyon ve iletişim araçlarının demokratik rolünün,
devleti gözetleyen bir kamu gözcüsü olarak hareket etmek olduğunu ileri sürmektedir. Belsey
ve Chadwick de (1998: 40 41) demokrasi için özgür gazeteciliğin gerekli bir koşul oldugunu
ancak medyanın hükümet üzerinde bir gözlemci gibi çalıştıgı takdirde bu işlevin yerine
getirilebileceğini iddia ederler. Düşünürlere göre, medya ne derece büyük ve bagımsız güce
sahip olursa olsun, hükümetin diger unsurlarına göz kulak olan, onları denetleyen bir
dördüncü zümre olarak çalışmalıdır. Bilgi sahibi ve eleştirel olabilen vatandaşlar için basının
zorunlu bir koşul olması gerekmektedir. Basın, halkın aklıselim yargılarda bulunabilmesi için
gerekli meseleler hakkında bilgi ve haber sağlamaktadır. Aynı zamanda farklı fikirlerden
haberdar olunmasını güvence altına alarak, bu konular üzerinde halkın fikir alışverişinde
bulunabileceği bir forum işlevi görmelidir. Öte yandan O’Neil da, gazeteciliğin demokratik
kurum olabilmesinin temelinde, doğruyu söylemek gibi bir değerin bulunduğunu ileri sürer ve
aslında piyasanın bu değerin gerçekleşmesini engellediğini ortaya koymaktadır (aktaran
Belsey ve Chadwick 1998: 10). Gazeteci ve akademisyen Ahmet İnsel ise, medya ve
demokrasi ilişkisinin ikilemlerini yorumlamıştır: Medya, demokrasi sorunsalı açısından
anlamlı bir ikilem sunuyor bize. Bir yanda, iletişim ve bilgilendirme özgürlüğü demokrasinin
olmaza olmaz koşullarından biri olduğu için, basın yayın kuruluşları demokrasinin asli
kurumları arasında yer alıyor, diğer yandan ise, güçlü bir tekelleşme eğilimini içinde
barındırarak, bu özgürlüklerin kullanımının çarpıtılması, kısıtlanması ve iktidar ilişkilerine
alet edilmesine aktif biçimde katkıda bulunuyorlar (aktaran Talu, 2000:8).
Siyaset bilimci Sadun Aren (1994: 263 264) medya ve demokrasi üzerine söylenen
kavramsallaştınnalardan önce, demokrasini çerçevesini çizilmesi gerektiğini savunarak
demokrasi, toplumsal yaşamdaki işlevi açısından, insanların çıkarlarını savunma, ya da aynı
şeyin tersinden anlatımı olarak, uğradıkları haksızlıklara karşı savaşım vermek özgürlüğüdür.
İşlevi bu olmayan bir demokrasinin insanlara lüzumu yoktur” tanımını getirmektedir. Bir
diğer yandan da medyanın, toplumun öğrenme özgürlüğüne kanal olduğunu ileri sürerek,
endüstri haline gelen medyadaki büyük sermaye egemenliğine vurgu yapmaktadır. Medyanın
4
artık insanların düşüncelerini istenildiği gibi biçimlendirecek ve eylemlerini yönlendirecek bir
güce ulaşmış olduğunu açıklarken “kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarıymış gibi göstermek
(=kabul ettirmek) ve böylece toplumu denetim altına almak isteyen büyük sermaye
çevrelerinin medyaya egemen olmak istemeleri doğaldır” ifadesini kullanmaktadır.
Demokratik teoride toplumun gazeteciye ihtiyacı olduğu savunulurken, bu sayede, gerçeklerin
bilinmesi, yalanların içinden doğruların ayıklanması ve önemli konularda kapsamlı bilgilerin
aktarılması sağlanacaktır. Bir toplumun demokratik gazeteciliğe en yakın medya sistemini
nasıl oluşturabileceği sorunu, bağımsız bir toplumun karşısında durmaktadır. Vatandaşlar
toplumsal yaşam ve politikalar hakkında bilgiyi bir bütün olarak medyadan öğrenir, fakat bu
görev sadece gazeteciliğe emanet edilir (McChesney 2006: 65). Medyadaki 18. yüzyılda
yaşanan belirgin gelişme, Aydınlanma Çağı ve felsefi düşünce biçiminin gelişimiyle doğrudan
ve dolayısıyla karmaşık bir ilişki içerisindedir. Gazeteler gibi düzenli yayınlar ilk atılımı bu
dönemde yapmıştır (Jeanneney, 2006: 38).
Tüm bu söylemlerin ışığında Jürgen Habemıas’ın kamusal alan çıkarımına değinmek de
faydalı olacaktır. Alman sosyolog, iletişimci ve felsefeci Habermas, 18. yüzyılda gazetenin
ortaya çıkışını dünya tarihi bağlamında sergilemektedir. Gazete, 0 dönemde, kamusal alanın
egemen kurumu olmuştur. Jürgen Habermas, 17. yüzyılın sonları ile 19. yüzyıl arasında
yaşanan kamusal alan sürecinde basının önemli rol oynadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca
kuramcı, sosyal kuramın geniş boyutları çerçevesine basını yerleştirmek yoluyla bu geleneğe
katkıda bulunmuştur. Habermas, kamusal alan çıkarımıyla demokratik basın kavramına çok
sayıda eklemeler yapmıştır (aktaran Özer 2008: 14). Gazetecilik alanı bu şekliyle, 19.
yüzyılda, her şeyden önce haberler, tercihen de sansasyonel, ya da, daha iyisi, sansasyon
taşıyıcı haberler sunan gazeteler ile çözümlemeler ve “yorumlar” öneren ve “nesnelliğin”
değerlerini yüksek sesle olumlayarak birinci türdekilerden farklılığını göstermeye önem veren
gazeteler arasındaki karşıtlık çevresinde oluşmuştur, iki mantık ile iki meşrulaştırma ilkesi
arasındaki bir karşıtlığın alanıdır: içsel değerleri ya da ilkeleri en eksiksiz biçimde kabul
edenlerin meslektaşlarca kabul görmesi ve girdilerin, okurların, izleyicilerin ya da seyircilerin
sayısında, dolayısıyla satış rakamında ve parasal kârda somutlaşan, en büyük çoğunluk
tarafından kabul edilmesi, bu ikinci durumda halk oyunun yaptırımı kaçınılmaz bir şekilde
pazarın tefhim ettiği bir karar olmaktadır (Bourdieu 1997: 79). Yine aynı yüzyılda, gazeteler
de kendilerini kamunun bekçisi, halk mahkemesi ve kamusal özgürlüğün koruyucusu ilan
etmiştir (Ward 2004: 129). Böylelikle, bu dönem, gazetelerin kendilerini kamusal bir
tartışmanın aktörü olarak gördükleri, kamusal işlevlerinin daha görünür hale geldiği,
5
gazetecilerin daha belirgin normlar ve haber idealleri öne sürdükleri bir dönem olmuştur.
Ancak yine aynı yüzyıl içinde gazeteler yavaş yavaş ticarileşmeye başlamıştır.
Gazetecilik açısından 19. yüzyılın en önemli göstergelerinden biri olarak, ciddi haberciliğe
yönelmiş gazetelerin bulunmasına karşın, popüler gazeteciliğin gelişi ve yükselişe geçmesi
kabul edilebilir. Bu gelişmeyi, taraflı olmayan bir bakış açısından sosyal dünyanın
gerçekliğini haberleştirme yoluyla kamu çıkarını öne almaya adanmış bir gazetecilik
anlayışının tarihsel anlamda başlangıcı olarak düşünmek de mümkündür (aktaran Özer 2008:
58). Stuart Allan’a göre (1999: 21), gazeteciliğin bir meslek olarak uygun biçimde inşa
edilmesine bakmaksızın, diğer bazı alanlardaki gibi mesleki etik ve yöntemlerin özel kurallar
haline dönüştürülmesi açısından l9. yüzyılın başları önem taşımaktadır. Gazeteci sözcüğü o
dönemde geniş ölçekli kullanılmaya başlanmıştır.
19. yüzyıldan bu yana, süreç içerisinde değişen medya pratikleri iletişim bilimcilerin tartışma
konusu olmaktadır. Örneğin Robert McChesney (2006'. 65 66), medyanm zamanla büyük bir
ticarethane haline gelerek sistemin açıkça parman olarak kaldığını ileri sürer ve “[m]aliyetler
düştükçe, nüfus arttıkça gelirlerin başlıca kaynağı olarak reklamcılık yaygınlaştıkça, daha
büyük karlar üreten bir motor haline geldi” der. McChesney’e göre, medyada yaşanan yapısal
dönüşümle sermaye ve iktidarlara bağımlı hale gelinmiş ve bu ortam kaçınılmaz olarak
gazetecilerin kendisini de dönüştürmüştür. Halkın içinde yaşayan, onun sorunlarına duyarlı,
entelektüel, edebiyatla iç içe, sanata eğilimli ve idealist gazeteci tipi, artık geriye itilmiştir.
Onun yerine amk grubun çıkarlarına bağlı, iktidarlar ve güç odaklarıyla bağlantılı, kendilerine
bilgi ve çoğu yönlendirme amaçlı dosya servis edilen, toplumsal bir sorumluluk duymayan,
mesleki dayanışma ruhundan uzak ve daha çok kişisel pazarlık yapan gazeteci tipi ise giderek
medya ortamına hâkim olmaya başlamıştır (Yanardağ 2008: 19)‘
Butcher, yapısal olarak dönüşüm geçiren medyayı şöyle tanımlar “[g]azeteler salt haber
yayımlayan müesseseler olmaktan çıkıp kamuoyunun taşıyıcıları ve yönlendiricileri, parti
politikasının mücadele araçları oldular” (aktaran Habermas 2005: 310). Tarihsel süreçteki
yapısal değişimle birlikte medya ticarileşmiş ve bu ticarileşme sonucunda da ekonomik
kaygılar ve baskılar gibi nedenlerle gazetecilik mesleki prensiplerinden uzaklaşır hale
gelmiştir. Bu sebeple, hem medyanın genel yapısı açısından hem de gazetecilik mesleği
açısından sorgulamalar yapılmaktadır. Kamusal bir görevi yerine getiren gazetecilerin, ticari,
bağımlı ve baskıcı ortamda görevlerini hangi çerçevede yerine getirebildiği yapılan
tartışmalar arasındadır.
6
Dünya ölçeğinde medya endüstrileri, l960’lardan itibaren özellikle ABD’de ivme kazanan
elektronik sektöründeki gelişmelerle bağlantılı yenı' iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması ve
bir dizi neoliberal politikalarının işlerlik kazanması sonucu büyük bir pazar payını ele
geçirirken, Türkiye’de de benzer bir durumla karşı karşıya kalınmıştır. Son yıllarda rekabetçi
piyasa koşullarına başka türden bir derinlik kazandırma ya da yeni bir kılıf uydurma
zorunluluğu, yayıncılık alanında kuralların kaldırılması (deregülasyon) olarak adlandırılan
politikaları gündeme getirmiştir (Adaklı 2001: 157).
Türk medyasındaki tarihsel sürece bakıldığında, özellikle, l980’lerden itibaren kamu hizmeti
yayıncılığının karşısına ticari yayıncılık mantığının geçmiş olduğu görülmektedir. l980’li
yıllarda basının holdingleşmeye doğru eğilim göstermesiyle basın patronluğu gazeteci
ailelerin elinden çıkarak, ticaretle uğraşan işadamlarının eline geçmeye başlamıştır. Böylece,
basın sektörü kendisinin ticari bir zihniyetle, kâr amacı güden bir alan haline geldiğini
özetlemek mümkündür. Bu yapısal değişimle birlikte, gazetecilik mesleğinin uygulanış
zihniyeti de farklılık göstermiştir. Özellikle, 1980 sonrası dönemde Türk medyasında mevcut
olan yapı tamamen değişerek, gazetecilik kimliğinde de ciddi değişimler yaşanmasına neden
olduğu gözlenmektedir.
Medyadaki antropolojik yapının sınırlarını, siyasal gerçekler ve kurulan sosyal ilişkilerin
belirlediğini ileri süren medya antropologları Mihani Coman ve Eric Rothenbuhler (2005: 10),
tüm disiplinler arası kavramları kapsayan antropolojinin, medya alanı içinde ikilemlerle karşı
karşıya olduğunu belirtirler. Bu tanımlardan da yola çıkılarak, holdingleşmeler ve medya
patronlarının ticari sermayeye sahip olmasının yanı sıra siyasal iktidarla ilişkileri dolayısıyla
teorik olarak kavramsallaştırılan gazeteci kimliği ile pratik olarak gerçekleştirilen gazetecilik
mesleği arasında ikilemler yaşandığı söylenebilir.
7
MEDYA SAHİPLİK YAPISI ve YAPISAL DÖNÜŞÜM
2.1. Medya Sahiplik Yapısındaki Yapısal Dönüşüm
Son yıllarda yapılan araştırmalar, çağdaş toplumlarda medya mülkiyetinin birkaç elde artan
oranda yoğunlaştığını, medya kurumlarının, farklı sektörlerde faaliyet gösteren, finansal ve
endüstriyel sermaye alanındaki holdinglere bağlandığını göstermektedir. Mülkiyet ve kontrol
yapısındaki bu dönüşüm, haber içeriklerinde medya kurumlarının ait oldukları dev kartellerin
görüş, amaç ve çıkarlarının yer almasına yol açmaktadır. Hatta baZI durumlarda kardeş
şirketler kendi çıkarlarını dolaylı bile olsa eleştirilmesine engel olmak için haber içeriklerine
doğrudan müdahale etmişlerdir. Medya sahipleri her zaman, sahip oldukları gazetelerin, radyo
ve televizyonların genel yayın politikasını ve kültürel duruşunu belirleyerek haber içeriklerini
biçimlendirme potansiyeline sahiptirler. Bu meşruiyet, medya sahiplerine haber içerikleri
üzerinde etkili olmaları için önemli bir dayanak sağlayabilmektedir (aktaran Toruk 2007184).
Günümüzde, medya sahiplerinin sektör dışındaki alanlarda da faaliyet gösteren iş adamları
haline gelmesi, medya patronlarının sahip oldukları kitle iletişim araçlarını başka alanlardaki
ekonomik ve iş çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kullandıkları araçlar haline
getirmektedir. İbrahim Toruk (2007: 72 74 75) tüm dünyada sahiplik yapısının basın
işleyişinde önemli bir faktör olduğu ve bu gücün gazete sahipleri tarafından çoğu zaman kendi
menfaatleri doğrultusunda kullandıklarını ileri sürmektedir. Toruk, medya sahiplerinin haber
içeriğindeki etkisini uluslar arası bir sorun olarak değerlendirirken, Batı’da pek çok gazetenin
sahiplik yapısından kaynaklanan çeşitli problemlerle karşı karşıya kaldıgını belirtir. Gazeteci,
yazar ve akademisyen Atilla Özsever (2004: 150) de, medyanın sahiplik yapısındaki
değişimin sonucunda, yeni bir yönetim ve yönetici modelinin geliştirilmiş olduğu ifade eder.
Özsever’in anlatımına göre, basının üst düzey yöneticileri, yayın yönetmenleri, basın
kuruluşlarından meydana getirilen icra kurullarında görev almaya başlamış, yayınların işletme
yönetimleri tarafından belirlenen pazar stratejisine göre yürütülmesini sağlamakla
8
görevlendirilmişlerdir. Gazetecilik kimliğini terk eden bu yeni tip üst düzey yöneticiler
ülkedeki büyük sermaye kuruluşlarının derneklerine üye olmaya başlamıştır.
Geleneksel sahiplik yapısı, yerini yeni sahiplik yapısına bıraktığından beri hemen hemen her
gazeteci bu dönüşümün olumsuz sonuçlarından yakınmaktadır. Yeni sahiplik yapısının hem
aşırı ticarileşme biçiminde bütün iletişim sürecini, hem de birey olarak gazetecileri etkilediği
görülüyor. Yeni yapı, iletişim sürecinde bir kirlenmeye yol açarken, aynı zamanda gazeteciyi
de mesleğin olmazsa olmaz ilkelerinden sapmaya yönelttiği çok sayıda gazetecinin ifade ettiği
bir durum olarak karşımıza çıkıyor (Tılıç 1998: 245 246). Örneğin, 1990 2010 yılları arasında,
Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini yapan gazeteci Ertuğrul Özkök’ün gazeteci
Emin Çölaşan (2008) ile arasında geçen konuşma kamuoyuna aktarılmıştır. Ben cambazım
cambaz, Cambazlık yapıyorum. Benim zamanımın yüzde 20'si gazetecilikle yüzde 80'i
cambazlıkla geçiyor. Karşımda patronum, kızları ve damadı var. Hangisine dert anlatacağımı
şaşırıyorum. Yediğim fırçanın haddi var hesabı yok, Sen de takıntılarından arınacak ve
dediğimiz gibi yazacaksın.
Benzer başka bir örnek de, 1995 yılında Sabah Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini yapan
Zafer Mutlu’nun sözleriyle karşımıza çıkmaktadır. Mutlu, “[s]abah gazetesi para kazanmak
için vardır. Sabah gazetesi, Türk halkını aydınlatmak için var değildir. Piyasaya sahte manşet,
sahte sayfalarla çıktık. Biz önümüze gelenle oynarız. Bu iş bir oyundur” demiştir (aktaran
Tılıç 1998: 241). Ayrıca Zafer Mutlu’nun “[o]n veriyorsam, on beş almak için varım. Kim
bunun aksini söylüyorsa yalan. Ahlak, nizam, demokrasi palavra. Sabah amme menfaati
yapmıyor, bu işi para kazanmak için yapıyor” açıklaması da gazete manşetlerine taşınmıştır
(Atin). Bu açıklamalar değerlendirildiğinde, medya mülkiyetine göre geliştirilen yönetim
yapısında, gazeteciliğin ideal tanımlamalardan uzaklaşılmakta olduğu, mesleğin patronaj
yapısındaki çıkarlara göre kullanıldığı açığa çıkmaktadır. Bir kısım gazete yöneticisi
tarafından yapılan ifadeler, medya sektöründe ticari ve siyasi kaygıların ön planda tutulduğu,
toplumsal sorumluluktan uzak bir gazetecilik anlayışının benimsendiği sonucunu ortaya
koymaktadır. Yukarıda aktarılan söylemler, kimi gazetecilerin, gazeteciliğin mesleki
ilkelerine göre değil patronun finansal ve siyasal çıkarlarına göre hareket ettikleri savını
desteklemektedir. Gazeteci Selçuk Altan (1994: 256) “ âr”ı ön planda tutularak yapılan
gazetecilik faaliyetlerini tüm evrensel degerleri ve genel kabul görmüş yayıncılık ilkelerini
ayaklar altına almak olarak yorumlamaktadır. Türk medyasında yozlaşma yaşandığını
savunan gazeteci Emin Çölaşan ise (1994: 272 273) “[b]izim medyamız
9
medya olmaktan çıkmış, bir çıkar çarkına dönüşmüş. Tekelleşmiş. İstediğini parlatıyor,
istediğini batırıyor. Parlatırken ve batırırken, arkasında hep çıkar hesapları var” ifadesini
kullanmaktadır.
Gazeteci, yazar Mine Kıırıkkanat ise Türk medya sektörü içerisinde gazetecilik faaliyetlerinin
ötesinde üne kavuşan ve kadrosal anlamda da diğer gazetecilerden çok daha yüksek maaşlarla
meslekte yer alan yayın yönetmenleri hakkındaki değerlendirmesinde “[g]enel yayın
yönetmeni olacak kapasitedeki insanlara artık bu görevi vermiyorlar. Yönetebilecekleri küçük
neferleri yapıyorlar. Patronla ve patronun çıkar ilişkileri, hükümetle arada arabuluculuk
görevi üstlenen adamlar onlar” ifadesini kullanmıştır (Kırıkkanat 2012). Gazeteci ve
televizyon programcısı Merdan Yanardağ (2008: 76) medyada, özellikle gazeteciler ile gazete
sahibi arasındaki ilişkilerin tanımlanması ve etik kurallara bağlanması gerektiğini belirterek
gazetecilik mesleğinin pratikliginde yaşanan değişimi değerlendirerek gazeteciliğin
sendikasızlaşma sonucunda patronun çıkarlarına göre yapılır olduğuna vurgu yapmış ve
“[ö]rgütlenrneden ve dayanışmadan yoksun gazeteciler istenileni yapmaya veya gazetenin
basit ticari çıkarları doğrultusunda ya da sektör dışı faaliyetlerinin ihtiyaçları paralelinde
yazmaya ve haber yapmaya başladılar” ifadesini kullanmıştır. Gazeteci Müyesser Yıldız da
(Yıldız 201 1) Türkiye’deki gazeteci tutuklamalarının sendikasızlaştırma sonucunda meydana
geldiğini de ifade ederek “Türk basını aslında sendikasızlaştırrna hareketine maruz
kaldığından beri tutuklu. Bugün bizlerin hapishanelerde tutulması o sürecin somut sonucu”
demektedir. Akademisyen Yasemin İnceoğlu ise Türk medyasındaki sendikasızlaşma
sürecinde medya patronu Aydın Doğan’ın kabahatli olduğunu ifade ederek “Doğan,
Karacanlar’dan Milliyet Gazetesi’ni 1979’da satın aldığında ilk yaptığı iş sendikasızlaşmaydı”
ifadesini kullanmıştır (İnceoğlu 2012). Gazeteci, yazar ve akademisyenlerin görüşlerine göre,
Türk medyasının en büyük sorunlarından birinin sendikası:laşma sorunu olduğu ortaya
çıkmaktadır. Sendikaya bağlı olmadan çalışan gazetecilerin maddi ve manevi haklarını
savunmaları konusunda güçlükler yaşadıkları açıktır. Türkiye’de, gazetecilik mesleğindeki
sendikasızlaştırma sürecinde en büyük rolün medya patronları tarafinda olduğu
belirtilmektedir. Medyadaki mülkiyet sahiplerinin, gazetecilik kimliğine verdiği zararlar
konusu, mesleğin içinde var olan kişilerin çeşitli açıklamaları üzerinden karşımıza
çıkmaktadır. Örneğin, Pierre Bourdieu (1997: 80) gazetecilik alanında, müşterinin doğrudan,
ya da izlenme-oranının dolaylı yaptırımı aracılığıyla, sürekli bir şekilde pazarın kararlarının
sınamasına tabi olduğunu da ileri sürerek ilkesel değerlere işaret eder ve gazetecilerin bağımlı
10
oldukların organdaki yüksek makamların kıstaslarını benimsemeye yakın olduklarını ifade
eder. McChesney (2006: 91) ise, medyanın yapısal olarak geçirdiği dönüşüm sürecinde
yaşanılanları “[g]enel piyasa baskısıyla birlikte medya sahiplik düzenlemelerinin gevşemesi,
medyada ilkesizlik ve büyük holdinglerin oluşmasını sağladı” ifadesiyle açıklayarak 21.
yüzyıl medya sistemindeki, ticari kaygıların mesleğe yön verdiğini belirtir. Çalışmanın bu
aşamasına kadar olan incelemede, günümüzde, medya mülkiyetinin farklı sektörlerde faaliyet
gösteren kartellerin, medyada da holdingler oluşturduğu ortaya çıkmıştır. Verilen örneklerle,
tanımlamalardaki gazetecilik idealinin zıttı uygulamalar ele alınmış ve konu üzerine meslek
profesyonelleri tarafından yapılan yorumlar da aktarılmıştır. Medya patronları, sahip oldukları
kitle iletişim araçlarını finansal ve siyasal çıkarları doğrultusunda kullanırken gazetecilik
mesleğinde de etik sorunlar yaşanmaktadır. Patronaj yapısına göre şekillenen yönetici
modellerinin, pazar stratejilerine göre hareket etmeye başladığını açıklamalarıyla birlikte
konu daha somut hal almaktadır. Bu şekliyle, gazeteci kimliğinden uzaklaşılmaya başlandığı
açıktır. Öte yandan, mesleğini gazetecilik idealleri doğrultusunda yapan gazetecilerin de bu
durumdan etkilendiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, medyada hızla ilerleyen ticari yapı ve
onunla birlikte gelen tekelleşme, gazetecilikteki mesleki ilkelerden taviz verildiğini karşımıza
çıkartmaktadır.
11
2.2. Türk Medya Yapısında “Gazeteci” Sahiplerden “Basın Dışı” Sahiplere Geçiş
Dönemi
Tüm dünya ülkelerinde hâkim olmaya başlayan kapitalist düzenden etkilenen Türk medyası
da, 1980’lerde ülkedeki siyasal ve toplumsal değişimlerle yaşanan süreçte yapısal bir
dönüşüme uğramıştır. l980’li yıllardan itibaren medya alanındaki dönüşüme neden olan
gelişmelerden biri de geleneksel medya sahipliğini yerini yeni sahiplik yapısına bırakması,
yani basın dışı sahiplerin sektöre girmesiyle oluşmuştur. Tarihsel sürece bakıldığında, 1948
yılına kadar, gazete patronlarının gazetecilik kökenli kişilerden oluştuğu görülmektedir.
Cumhuriyet döneminin başlarından İkinci Dünya Savaşı sonlarına kadarki döneme
bakıldığında ise patron gazeteci geleneğinin sürdürülmüş olduğu görülmektedir. Babıâli’deki
yeni dönem olarak adlandırılan süreç ise 1948-1950 yılları arasında başlamıştır.
Hıfzı Topuz, 1948 yılında Safa Kılıçoğlu adlı işadamının Yeni Sabah’ı satın almasına kadar
Türk basınında gazeteci olmayan gazete patronuna rastlanmadığını belirtmektedir.
Gazetecilik, esas itibarıyla 1940’ların sonlarından itibaren sektör dışındaki kapitalistlerin ilgi
alanına girmeye başlamış, teknolojik yenilikler, etkili kalemlerin transferi, reklam ve lotarya
gibi satış arttırıcı çabalarla yeni bir kurumsallaşmanın ilk adımları atılmıştır, Sahipleri
Babıâli’ye dışarıdan giren bu gazetecilerin süreksizliğinde, gazeteci olan patronların mesleği
sürdürrnekteki ısrarları kadar, dönemin özellikleri de etkili olmuştur. Nitekim gazeteci
sahipleri olan Hürriyet ve Milliyet’in l970’lerden itibaren sahiplik yapılarının değişmesi, yine
dönemin özellikleriyle ilgilidir. Burjuvazinin davranış kalıplarında 70’lerin sonlarında
gözlenmeye başlanan eğilimlerin ilk örnekleri ise esas olarak 40’11 yılların sonlarında ortaya
çıkmıştır. Bu dönemde meslekten olmayan ve genellikle ticaret burjuvazisine mensup
kimseler, gazete satın alma eğilimine girmişlerdir. Ancak bu eğilim, 1970’lerle
karşılaştırıldığında farklı karakterler arz etmektedir. Cumhuriyet’in kuruluşundan İkinci
Dünya Savaşı’nın bitimine kadar basın alanında gazeteci patron geleneği devam etmiş,
siyasal yaşamda tek parti iktidarının sarsılmaya başladığı 40’lı yılların sonlarından itibaren
basında da bir hareketlenme, canlanma gözlenmiştir. Bu döneme kadar, geleneği sürdüren
gazete sahipleri Yunus Nadi Abalıoğlu (Cumhuriyet), Necmettin Sadak (Akşam), Zekeriya ve
Sabiha Sertel (Tan), Ahmet Emin Yalman (Vatan), Ali Naci Karacan (Milliyet), Cihat Baban
12
ve Ziyat Ebüzziya (Tasvir), Hakkı Tarık ve Asım Us (Vakit), Cemalettin Saraçoğlu (Yeni
Sabah), Selim Ragıp Emeç (Son Posta), Ertem İzzet Benice (Son Telgraf),
Faruk Gürtunca ( Hergün), Şevket Bilgin (Yeni Asır), Sedat Simavi (Hürriyet) ve Falih Rıfkı
Atay’dır (Dünya) (Adaklı, 2006: 132-133-135). İbrahim Toruk ( 2007: 75) Türkiye’deki
sermaye sahiplerinin yatırım anlamında basınla ciddi olarak il gilenmelerinin 1960’11 yıllarda
başladığını; tüccar Safa Kılıçoğlu’nun Yeni Sabah’ı, armatör Malik Yolaç’ın ise Akşam
gazetesini satın almasıyla da Türk medya mülkiyetinde yaşanan değişim sürecinin başladığını
belirtir. Toruk ayrıca, Simavi kardeşlerin yayın grubu olan Hürriyet-Günaydın’ın da bu
süreçte holdingleşmeye adım attığının altını çizer. Orhan Koloğlu (l999:75), basın
kurumlarının l980’lı yıllardan itibaren ticari nitelikli yapıların yan kuruluşları haline
dönüşmüş olduğuna vurgu yapmaktadır. Koloğlu Türk medya sahiplik yapısının analizinde,
büyük holdinglerin yatırım ve üretim şirketlerinin işlerinin yürümesine yardımcı olmak
amacıyla kendi gazeteradyo-televizyonlarını kurmaya, kendi pazarlama, dağıtma ve reklam
işletmelerinde tekelleşmeler oluşturmaya giriştiklerini anlatır.
l980’li yıllardan itibaren Türkiye kapitalizminin yeni stratejik tercihleriyle paralel biçimde
basın endüstrisi, radyo, televizyon, internet gibi farklı kanallarla ve basın dışı sektörlerle
bütünleşerek yapısal bir dönüşüm içine girmiştir. Söz konusu dönüşümün esaslı sonuçlarından
biri, basın sektöründe küçük ölçekli girişimlerin kısa zamanda ömürlerini tüketmeleri ya da
daha büyük yapılara katılımlarıyla birlikte yerlerini büyük sermaye gruplarının egemenliğine
bırakmaları, buna bağlı olarak, kontrol kalıplarında da belirgin bir farklılaşmanın meydana
gelmesidir. Basın, geleneksel işlevlerini neredeyse tamamen yitirerek devlet ve sermayeden
göreli özerkliğini yitirmiştir. Basın dışında da yatırımları olan büyük basın grupları, l980’li
yıllardan itibaren basın dışından sektöre girenlerle yarışa devam etmiş, ancak 1990’1ı
yılların ortalarında artık meslekten gazeteci patronların sektördeki hâkimiyetleri ortadan
kalkmaya yüz tutmuştur. Bu atılımın en önemli aşamalarımdan biri, radyo ve televizyon
yayıncılığı alanındaki kamu tekelinin fiili olarak yıkılmasıdır. l990’lı yılların gelişiyle basın
sektöründe duyulmaya başlayan güçlü sermaye ihtiyaçlarıyla birlikte klasik gazeteci patron
tipinin yerini meslekten anlamayan yatırım ve prestij amacıyla bu sektöre sermaye aktaran iş
adamlarının almasının öncü işaretleri 1980’lerde ortaya çıkmaya başlamıştır (Toruk 2007:76).
Akademisyen gazeteci Doğan Tılıç geleneksel medya sahipliği ile gazetecilik kökeninden
gelmeyen mülkiyet yapısını karşılaştırmalı olarak yorumlarken, geleneksel medya
sahiplerinin, çoğunlukla aileden gazeteci ve ailenin gazetesinde yıllarca çalıştıktan sonra
13
gazetenin sahibi ve yöneticisi olmuş kişiler olduğunu söyler. Yeni medya sahiplerinin ise
sektöre yabancı olan ve gazetecilikte geçmişte hiçbir ilişkisi olmamış, sermaye birikimini
başka alanlarda sağlamış zenginler olduğunu belirtir. Tılıç yeni sahiplerinin medyaya giriş
amaçlarını kişisel siyasi ve ekonomik çıkarlar için olduğunu vurgularken, bu ifadesini “daha
da güçlenmek ve şirketlerinin önünde bütün kapıların açılmasını sağlayabilmek” olarak
açıklar (aktaran Adaklı, 2001: 154), Türk medya yapısı üzerinde araştırmaları olan gazeteci ve
akademisyenler Türk medyasındaki yeni sahiplik düzeninde yetersiz sermayeyle büyük işlere
kalkışan, dev sanayi kuruluşlarına hükmetmeye çalışan, bunu yapabilmek için de sürekli
iktidarla ilişkilerini kontrol etmeye çabalayan grupların baskın olduğunu belirterek;
işadamlarının medyaya yatırım yapmasındaki amaçları arasında prestijin yanında, medya
aracılığıyla diğer şirketlerinin tanıtımını ve reklamını daha ucuza yapmak, holding
menfaatlerini savunabilmek ve her yıl daha büyüyen reklam pastasından pay almak olduğunu
ifade ederler (Hacır 2007 Toruk 2007). Türk medyasında yaşanan yapısal dönüşümün içinde
yer almış olan akademisyen ve gazeteci Haluk Şahin 1970’li yıllarda, gazetecilik kökeninden
gelen patronların gazeteden anladıklarını, gazetecilerin patronlarıyla haber üzerine
konuşabildiklerini anlattığı dönemi “bugünün ölçülerine göre masum kuruluşlardı” diyerek
yorumladı (Şahin 2012):
1980’lerden sonra bozulma başladı, l990’larda çok ciddi bir çürümeyle karşı karşıya kaldık.
Gazetecilikten gelen patronlar tasfiye edildi ve onların yerine başka alanlarda kazanılmış olan
sermaye büyük çapta Babıâli’ye girdi. Dramatik niteliksel dönüşüm 1990’11 yıllarda
gerçekleşirken oyun çok farklı, tamamen farklı, bir oyuna dönüştü. Çok daha büyük ve çok
daha kirli bir oyuna dönüştü. 1992-1994 yılları arasında, Milliyet Gazetesi’nde genel yayın
yönetmenliği yapmış olan HaberTürk Gazetesi köşe yazarı Umut Talu, o dönemki patronu
Aydın Doğan’ın Hürriyet Gazetesi ile birlikte Dışbank’ı alarak büyüme kaydetmesini
“Hürriyet’in Bizans hali Aydın Doğan’ı da etkiledi, kültür değişmeye başladı, biranda hacim
büyüdü, o anda Aydın Doğan iktidarla barışık olmak istedi” sözleriyle yorumladı. Talu ayrıca,
“Başbakana gitmem, başbakanın uçağına binmem, başbakanın ailesiyle konuşmam” tavrından
ötürü gazete patronunun kendisinden rahatsızlık duyduğunu ve bu sebeple kriz anları da
yaşadıklarını ifade etti. O dönemdeki istifa sürecini anlatan Umur Talu, yaptığı haberler
üzerine gelen siyasi baskının “Tansu Çiller’in kocası, bu adamı kov diye, her gün üç defa
arıyormuş Aydın Doğan’ı ama koymadı” sözleriyle aktardı (Talu 2012)
14
2.3. Türk Medyasında Mülkiyet Yapısı
Türkiye’de de diğer dünya ülkelerinde de olduğu gibi kitlesel medya, medya gruplarının bir
işletmesi haline gelmiştir. Bu durumda, ticari işletmelerin medya sahipliği yönündeki
atılımları büyük medya kuruluşları olma yolunda hızla ilerlemelerine sebep olmuştur. 2000’li
yıllarla birlikte ise medyada holdingleşme yönünde eğilimin artmaya başlaması, günümüzde
büyük bir endüstri olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern dünya medyasının en önemli
sorunlarından birinin ticari tekelleşme olduğu görülmektedir. Farklı sektörlere yatırım yapan
sermaye sahipliğinin siyasi iktidarla olan ilişkileri de yayın politikalarını belirlemektedir.
ABD’de l880’lerden başlayan ve tüm dünyaya yayılan medya sektöründeki tekelleşme daha
çok ticari bir nitelik taşımaktadır. Sektördeki tekelleşme, şirketi satın alma, şirketlerde
hisselerin çoğunluğunu alarak denetim kurma, şirketler arasında yapılan anlaşmalar ve
birleşmeler yoluyla gerçekleşmektedir (Tokgöz 2000) Türkiye’de ise televizyon ve radyo
yayıncılığı da 1990 yılına kadar devlet tekelinde bulunduktan sonra özel girişimcilerin
devreye girmesiyle birlikte devlet tekelini kırabilmiştir (aktaran Bektaş 2007: 96).
Ülkemizdeki bir grup yazılı basının ° o40’ını elinde tutarken, dört farklı grubun tiraj payı °
080’lere yükseltmiştir. Televizyonda da yine bu gruplara ait kanalların izlenme oranında en
yüksek payları aldıklarını görülmektedir (Toruk 2007: 88). 1989 yılında Uzan Grubu’nun,
Başbakanın oğlu Ahmet Özal’la birlikte Almanya üzerinden televizyon yayınlarına başlaması,
basın piyasasının yerini medya piyasasının alacağının işaretini vermiştir. Basın alanında güçlü
olan sermaye grupları, 1990’lı yıllarda birer birer radyo televizyon yayıncılığı alanına da
girmiş ve artık ‘medya’ sektörü olarak anılmaya başlanan bu alanda, bankacılık ve fınanstan
pazarlamacılığa, enerji dağıtımından inşaata kadar pek çok farklı girişim alanının bütünleştiği
dev holdingler hâkim olmuştur (Adaklı 2006: 136-137). Türkiye’de 9011 yıllara kadar basın
denilince akla gazeteler, dergiler ve onun sahipleri gelirdi. Bundan 100 hatta 50 yıl önce çok
az bir sermaye ile gazeteciler ve küçük müteşebbisler bir gazete sahibi olabilirlerdi. İlerleyen
yıllarda sektörde yaşanan büyük gelişmeler, okurların çeşitlenen beklentileri, artan eleman
ihtiyacı ve sermaye yapısındaki artış nedeniyle geçmişteki gibi bir gazete yönetimi imkânsız
hale gelmiştir. Son 20 yılda ise gerek dünya gerekse ülkemiz sermaye yapısında büyük
değişimler meydana gelmiş, bunun sonucunda da basın sektöründe faaliyet göstermek
15
gazeteci patronların üstesinden gelemeyeceği bir serınayesel büyüklüğe ulaşmıştır (Toruk
2007: 72) Bektaş (2007: 91) Türkiye’deki medya sektörünün yatay, dikey ve çapraz
birleşmelerle büyüyen tekel grupların hâkimiyeti altında olduğunu anlatırken, bu tekelleşme
eğilimlerinin 1980’den itibaren geçilen liberal sistem sermaye gruplarının medya sektörüne
ilgi duymalarıyla gerçekleştiğini belirtir. Yazar ayrıca, liberal pazarın oluşturduğu rekabet
ortamı sermaye gruplarının medyaya yaptıkları yatırımlarla sürekli büyümelerine, küçük
medya kuruluşlarının ise bu büyük yatırımlar karşısında tutunamayarak sektörden
silinmelerine ya da büyük grupların kontrolü altına girmelerine yol açtığını vurgulamaktadır.
Türkiye’de medya söz sahibi olan birkaç büyük grubun alanının hemen hemen bütün alt
sektörlerinde yatırımları bulunmaktadır. Bu grupların gazete yayıncılığı, haber ajansı
hizmetleri, kitap ve dergi yayıncılığı, dağıtımcılık, reklamilan dağıtımcılığı, televizyon
yayıncılığı, radyo yayıncılığı, televizyon yapımcılığı gibi alanlarda ticari girişimleri
mevcuttur. Öte yandan bu grupların medya dışında bankacılık ve finans, pazarlama, otomotiv,
turizm, sağlık, sigorta, inşaat, çimento, Telekom, enerji, futbol, ev aletleri, yiyecek, içecek
gibi birçok sektörde de girişimleri ve etkinlikleri söz konusudur. Devletin yasal düzenlemeleri
getirdiği ya da bu konuda gevşek davrandığı, rekabetin kıran kırana olduğu yayıncılık alanını
ekonomik anlamda kontrol eden gruplar, medya dışı alanlardaki faaliyetlerini güvence altına
almak adına siyasal iktidarla ilişkilerinde bu araçları kullanarak bir denge sağlamak
durumundadırlar. Gazete sahipliği her dönemde, devletle iş yapmanın kapısını açan bir konum
olmuştur. Kamu ihaleleri, belli yatırım imkânları ya da özelleştirilecek bir devlet bankası,
medyanın politik desteğinin pazarlık konusu olabilir. Medyanın bu statüsü 1980’lerde ve
l990’larda bazı medya dışı girişimcileri alana çekmiş, eskinin aileden gazeteci patronları
gazetelerini bu yeni aktörlere satmışlardır. Yeni kuşak medya sahipleri, büyük şirket
geçmişlerini ve işletmecilik yöntemlerini kullanarak tek gazeteden oluşan bir şirketi çapraz
medya gruplarına dönüştürmeyi bilmişlerdir. 1998 yılı itibariyle bu tür beş medya grubu
Türkiye’deki medya pazarının aşağı yukarı % 80’ini elinde tutmaktaydı. Doğan, Sabah, Uzan,
İhlas ve Aksoy. Bazı küçük ve orta boy medya grupları da pastanın kalan dilimi için mücadele
etmekteydiler (Adaklı 2001: 155 156). Medya üzerine araştırmaları olan Tülay Bektaş’ın
(2007: 112) analizinde, günümüz Türk medyası, “asıl işleri gazetecilik olmayan birkaç grubun
tekelinde bulunması dolayısıyla, medya içeriklerinin belirlenmesinde de temel ölçüt
ekonomik çıkarlar doğrultusundadır” ifadesi yer almaktadır.
16
Bektaş’a göre, medyaya diğer şirketler gibi kâr sağlaması gereken bir kuruluş gözüyle
bakılması medyanın bilgi ve haber iletme işlevinin unutulması sonucunu doğurmuştur.
Sektöre hükmeden gruplara ait bütün yayın organları da benzer içerikli, seçilmiş konulardan
oluşan, içerikleri boş, kamuoyunu gerçek anlamda bilgilendirmeden uzak yayınlar hâkimdir.
Medya grupları medyayı kullanarak siyasal alanda etkili olmaya, çıkarları doğrultusunda
kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, Türk medya mülkiyet yapısındaki, en
yaygın kitlesel medya araçlarından olan gazete ve televizyon kanalları, sahipliklerini
aktarmak faydalı olacaktır.
17
GAZETECİ KİMLİĞİ VE GAZETECİLİĞİN ARKA PLANI
3.1. Gazeteci Kimliğinin Tanımları ve Mesleğin içindekilere Göre Gazetecilik Algısı
19. yüzyıldan itibaren gazetecilik toplum için gerekli ve önemli bir meslek olarak kabul
görmüştür. Gazetecilik mesleği kendi içerisinde etik, özgürlük, sorumluluk ve yükümlülük
gibi kavramları barındırmaktadır. Literatürde, gazeteci kimliğin tanımlarının yanı sıra mesleki
olarak sorumlukları ve nitelikleri de belirtilmektedir. Gazeteciler, genellikle, profesyonel iş
görüşme rutinleri ve mesleki normları aracılığıyla tanımlanmaktadır. Örneğin, Singer’in
(2006) çeşitli medya kuramcılardan derlediği tanımlara göre gazeteci “[t]arihin ilk ham
taslağını yazan kişidir, bir toplumun/topluluğun “eşik bekçisi’dir ki, öğrenilmeye değer
bilgilere onlar adına karar verir, bir dizi kuramsal rutinler ve yapılar aracılığıyla gündelik
hayatı yeniden kurandır.”
İletişim profesörü ve sosyolog Michael Schudson(2011: 3) gazetecilik uygulamasının alan
tanımını, “kamu yararına düzenli olarak bilgi üretme ve yayma” olarak yapmaktadır.
Gazetecilerin kendi mesleklerine yönelik algılayış ve bu meslekteki iş görme pratiğini yansıtış
tarzları aynı zamanda mesleğin geleneğinin kuruluşuyla da eşdeğer bir anlama sahiptir. Bir
başka deyişle, genellikle, gazetecilik kültürü düşünceler (değerler, yönelimler ve inançlar)
pratikler (kültürel bir üretim) ve ürünler (kültürel ürünler ve metinler) anlamında
kullanılmaktadır (Bahadır 2009: 333). Tüm bu görüşlere ek olarak iletişim bilimci Jostein
Gripsrud’un gazeteciliğin temel amacı olarak, sosyal, kültürel ve siyasal konularda bilgi
üretimi, dağıtımı ve rasyonel tartışma ortamlarının yaratılmasına katkı sağlama söylemin de
aktarmak faydalı olacaktır (aktaran Schudson 201 1: 6).
Öte yandan gazeteciler için hukuki açıdan da (Basın Kanunu Bası İş Kanunu) tanımlamalar
getirilmiştir. Kuramsal olarak gazeteci tanımları, sosyal disiplinlerde farklı şekillerde yer
almaktadır. Resmi kaynaklar tarafından bakıldığında, yasaların devlet tarafından sınırı çizilen
bir tanımla karşılaşılmaktadır. Türkiye’de devletin bir kimseyi gazeteci sayması için kişinin,
5680 Sayılı Basın Kanunu’nun, 5953 sayılı 212 nolu Kanun’la değiştirilmiş olanlar da dâhil
Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzim Hakkında
18
Kanun’un kapsamında çalışması gerekmektedir. Ayrıca devletin bir kişinin gazeteci
sayılabilmesi için koyduğu diğer ölçü de, kişinin Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon
Genel Müdürlüğü’nden “sarı ya da mavi basın kartı” almış olmasıdır (aktaran Akçalı 2002: 41
42). Çağdaş demokrasilerde, gazetecinin kamuoyunun bağımsız temsilcisi olma görevini
yüklendikleri ve sorumlulukları bulunduğu konusu üzerinde durulur. Bu bakımdan da, basın,
yasama yürütme ve yargının yanında dördüncü bir güç olarak kabul edilir. Gazeteciler bu
yaklaşım gereği toplum adına toplumu denetleyen bir kamu denetçisi konumundadırlar
(Tokgöz 2000: 97-98). İletişim kuramcısı O’Neil, gazeteciliğin içsel ve olmazsa olmaz
amacının doğruyu söylemek olduğunu belirtir. Kuramcı tarafından yapılan bu tanımlama,
liberal-çoğulcu yaklaşıma da oldukça uygun düşmektedir. İyi enforme edilmiş eleştirel
vatandaşlar olmak, yaşayan demokrasilerin temel önkoşullarından sayılmaktadır. Çağdaş
toplumlarda gazetecinin önemi de burada yatmaktadır. Gazetecilerin görevi de iyi
bilgilendirilmiş ve eleştirel olabilen vatandaşların yaratılmasına hizmet vermektir (Tılıç,
1998: 95). Johnston ise gazetecilik kimliğine vurgu yaparak, “toplumdaki güç odaklarim
ortaya çıkaran ve onları topluma tanıtan kişi” olarak tanımlar (aktaran Bülbül 2001: 21)
3.2. Patronaj Yapısının Gazeteci Kimliğine Yansımaları
Önceki bölümlerde ayrı bir konu olarak ele alına patronaj yapısının gazeteci kimliğine
yansımaları, bu kimliğe dair verdiği olumsuz sonuçları başka bir tartışma konusu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Mesleğin içinde yer alan profesyonellerin sıklıkla vurguladığı üzere,
gazetecilik olması gereken ideallerden sapma göstermekte ve bu haliyle de kamuoyu çıkarına
gazetecilik yapma algısından git gide uzaklaşılmakta olduğu gözlemlenmektedir. Öte yandan
da bu ideali güden gazetecilerin zorluklarla karşılaştığı belirtilmektedir. Tekelleşme ve
holdingleşmeyle süreci ile birlikte “piyasa” kavramı basındaki en kutsal kavramlardan biri
haline gelmiş ve bu süreç, “piyasaya uygun gazeteci istihdamı” konusunu gündeme
getirtmiştir. Bu kavramla birlikte ortaya çıkan yeni dönem gazeteci tipi, araştıran ve
sorgulayan gazeteciler yerine, patronun çıkarlarını kollayabilen, magazinel anlayışa önem
veren gazeteciler olmuştur. Klasik anlamdaki gazetecilerin önemi azalırken, yeni gazeteci
tipinin sadece basın patronunun ticari çıkarlarını değil, aynı zamanda siyasi iktidarla ve
bürokrasiyle olan ilişkilerini de gözetmesi beklenir olmuştur. Bu anlayışın yerleşmesiyle
birlikte klasik gazetecilik formasyonuna sahip gazeteciler, ya benimsemedikleri halde
yöneticilerinin haber anlayışına uygun haberler üreterek, kurum çatısı altında çalışmayı
sürdürmüş ya da yavaş yavaş basın kuruluşlarından tasfiye edilmeye başlanmıştır. Gazetecinin
19
dünya görüşü ile çalıştığı basın kuruluşunun siyasi görüşü arasında farklılıklar olması halinde,
eskiden çalıştığı yayın organından ayrılan hatta bazen tamamen mesleği bırakan gazeteciler,
yerlerini kuruluşun yayın politikasına boyun eğen yeni bir gazeteci tipine bırakmıştır.
Özellikle basındaki tekelleşme süreci sonrasında mesleğe yeni giren gazetecilerde,
gazeteciliğin doğası gereği ilk girişte çalıştığı kurumun yapısını geliştirme ve düzeltme gibi
amaçlar taşımaktan çok, yönetim ve patron zihniyetinin taleplerine uygun, kısa sürede
yükselmeye hedeflenen tavırlar sergilenir olmuştur (Özsever 2004: 149 151), Türkiye’de olan
ve olması gereken gazetecilik arasındaki uçurumun çoğu meslek erbabı tarafından 1980’lerin
toplumsal dönüşümlere bağlandığını belirten Doğan Tılıç (1998: 103) 1980 öncesinde yapılan
gazeteciliğin ideal tanımlara bütünüyle uyduğunu iddia etmemekle birlikte, gazeteciliğin
hiçbir zaman 1980 sonrasında olduğu kadar olması gerekenden uzaklaşmadığının da altını
çizmektedir. Tılıç ayrıca, medya patronluğu üzerine yaptığı analizlerde, sektörün bütününü
kapsayan bir dönüşüme işaret ederek, geleneksel sahiplerin mesleklerinin gazetecilik
olduğunu, yeni sahiplikte ise siyasi ve ekonomik çıkarların ön planda bulunduğunu
vurgulamaktadır (aktaran Adaklı 2001: 154). TRT televizyonu kurucusu gazeteci Mahmut
Tali Öngören (1994: 317) 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Türk medyasında ciddi değişimler
olduğunu ileri sürer. Öngören, tekelciliğin gazetelerin ve dergilerin dağıtımında da
belirginleşmesi sonucunda fikir gazeteciliğinin ve dergiciliğinin öldüğünü söyler; bu
söylemini de tekellerin “fıkir gazeteciliği yapan” yazılı basın araçlarını dağıtmamaya
başlamaları üzerinden destekler. Fikir gazetelerinden çok fikir dergilerinin alıcıların
göremeyeceği yerlere koyulmasının istendiğini belirterek “[ö]zellikle Bilim ve Sanat dergisi
örneğinde tanıklık ettiğimiz bu uygulama sonucunda fıkir içeren araçlar görülemez,
dolayısıyla da satılamaz oldular” der.
3.3. Gazeteciliğin Arka Planında Yaşananlar
İletişim bilimcileri ve gazetecilik akademisyenleri arasında hem fikir olunan konulardan biri
de, gazetecilerin mesleki sorumluluğunu yerine getirebilmesi için etik ilkelerden taviz
vermemesi gerektiğidir. Belsey ve Chadwick ( 1998: 13) gazeteciliği “onurlu bir meslek”
olarak tanımlarlarken, gazetecilere dair bir de eleştı yapmaktadırlar. Yazarlara göre,
gazeteciler daha özenli olmaları gereken kişilerken. çoğu kez mesleğin içindekiler tarafından
adına leke sürülmektedir. İdeolojik eğilimleri ne olursa olsun hükümetlerin çoğu, basına
açıkça müdahale etmedikleri zamanlarda bile sansür ve denetim uygulamaya çalışır, bunu da
genellikle başarırlar. Gazete sahipleri, basını kendi iktidar ve zenginlik arayışlarını tatmin
20
edecek bir araç olarak kullanırlar. Gazetecilerin ise şakayla söylediği gibi etik dışı davranmak
için rüşvet almaya bile ihtiyaçları yoktur. Hatta “tüketiciler” de saçmalığa ve bayağılığa prim
verip, berbat standartları kural kabul ederek gazeteciliğin hizmet dışı kalması için ellerinden
geleni yapmaktadırlar. Sosyal bilimler üzerine çalışan akademisyen Broddason, yolsuzlukları
baskıcı koşulları açığa çıkarmaya çalışırken yaşamlarını yitiren gazetecileri örnek göstererek
mesleğin kutsallığından bahseder. “Pek çok gazetecinin fedakârca çalıştığına ve kendini
kurban etme asaletini gösterdiğine kuşku yoktur” ifadesini kullanmakta ve baskıcı rejimlerde
yöneticilerin dümen suyunda çalışan gazetecilerin bulunduğunun da altını çizmektedir.
Broddason, bu tarz gazetecilerin mesleğe zarar verdiğini belirterek, yaptıklarının gazetecilikle
bağdaşmadığını vurgulamaktadır (aktaran Tılıç 1998: 59-60). Gazeteciliğe dair bir diğer
benzer eleştiri de, bu mesleğin doğruyu söyleme işlevini artık yerine getiremediğini
vurgulayan sosyologlardan gelmektedir. Bu kesim sosyolojinin gazeteciliğin yerini alarak
bilgilendirilmiş eleştirel vatandaşların yaratılmasına soyunması gerektiğini ileri sürmektedir.
Medyanın, artık, bilgili vatandaşlar yaratma işini beceremediğim ileri sürenlerden biri de
Golding’dir. Kuramcının argüman dayanağını, mevcut medya ortamının gerçekçi bir tanımı
oluşturmaktadır. Golding’e göre, medya kamunun bilgi gereksinmesini karşılamamaktadır.
Eleştirisinde, medya artık vatandaşlara kendi rollerinin gereğini layıkıyla yerine getirmelerine
olanak tanımayan, eşitsiz temelle sunmaktadır. Böylece, bilgi zengini olanlarla bilgi yoksunu
olanlar arasındaki uçurum büyümektedir. Her şeye bir eğlence gözüyle bakılması dolayısıyla,
toplumsal eşitsizlikler, iktidar ve süreç göz ardı edilmektedir (Tılıç 1998: 63). Gazeteci,
akademisyen ve medya eleştirmenlerinin günümüzde büyük bir endüstri haline gelen
medyanın gerekli işlevlerini yerine getiremediği konusunda hemfikir olduğu; bu noktada da
gazetecilik kimliğinin zarar gördüğü kanısının baskın hale geldiği, ancak yine de gazetecilik
mesleğinin olması gereken doğrultuda yapıldığında demokrasi açısından en önemli
dinamiklerden birini oluşturduğu kavramının tekrarlandığı görülmektedir,
21
MEDYADA ÖZGÜRLÜK, SANSÜR ve ETİK İLKELER
4.1. Basın Özgürlüğünün Ortaya Çıkışı ve Türk Medyasındaki Yeri
Liberal çoğulcu toplumlarda ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü çerçevesinde belirlenmektedir.
Bu bağlamda değerlendirildiğinde de, ifade özgürlüğü hakkına bağlı olarak doğan basın
özgürlüğü gazetecilik ideallerini belirleyen önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kitlelerin haber alma özgürlüğü olan basın özgürlüğü demokrasinin temel şartı olarak da
kabul edilmektedir.
Basın özgürlüğüne yol açan ifade özgürlüğü, liberal siyasal düşünceyle birlikte gelişen
özgürlükler silsilesinin bir parçasıdır ve Ortaçağ Hıristiyan felsefesinin yıkılması ve bireyin
öne çıkmasıyla birlikte gelişmiştir. Böylece ifade özgürlüğü liberal siyasal düşünceyle birlikte
ortaya çıkan özgürlüklerin içinde yer almıştır (İnal 1996: 13). Düşünce ve ifade özgürlüğünün
iç içe geçmişliğinde basın özgürlüğü mücadelesi yer almaktadır. Bu durum ise basın
özgürlüğü mücadelesinde ve liberal demokrasilerde basına atfedilen rol temelinde kendini
göstermektedir (Özer, 2008: 9). Balkan Gazeteciler Konfederasyonu Başkanı Antonis Kourtis
( 1994: 296) özgürlük ve demokrasinin ön şartının basın Özgürlüğü olduğunu savunarak her
iktidarın haberleri gizleme eğilimi olduğunu ileri sürer. Kourtis, gazetecilerin objektif ve
dürüst habercilik için mücadele etmesi gerektiğini de vurgulamaktadır.
Basın özgürlüğü mücadelesi, Batı Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu özgürlük için girişilen uzun
ve çekişmeli kavga ilk olarak ve en canlı biçimiyle İngiltere’de sahneye çıkmış ve oradan da
hızla Amerika’ya ve daha zayıf olarak da kıta Avrupa’sına yayılmıştır. Basın özgürlüğünü
destekleyen uzun Avro-Amerikan devrimi, özellikle 19. yüzyıl boyunca, devlet sansürünün
sınırları konusunda çeşit çeşit yeni ve iyi işlenmiş fikirlerin geliştirilmesine neden olmuştur
(Keane 1993: 2329) .
Basım özgürlüğü savunucuları, buna oldukça fazla önem yüklemişlerdir. O kadar ki, basın
özgürlüğü hükümetle özdeşleşen despotizm karşısında bir uyarı niteliğindedir. Despotik
hükümet, kamuoyunun gerçek anlamda oluşması önünde engel olmakta ve kamuoyunu
22
kaçamak fısıltılara indirmektedir. Basın özgürlüğü 19. yüzyılın ortalarına kadar Amerika’da
olduğu gibi, İngiltere’de de cesur ve ütopik bir kavram olarak işlevini sürdürmüş, yöneten
sınıfları sıkıştırmaya yaramıştır (aktaran Özer, 2008: 55). Ferdinand Tönnies’in basın
özgürlüğü çerçevesindeki görüşlerine bakıldığında konuya büyük önem verdiği
görülmektedir. Düşünüre göre, kamuoyu özgür basın yoluyla şekillenecektir (aktaran Keane
1993: 28). O’Neil (1998:41) demokrasilerde özgür basının önemi vurgulayarak, gazetecilerin
hükümet üzerinde bir gözlemci gibi çalışarak, yurttaşların temel meseleler hakkında yargıda
bulunabilmesi için gerekli bilgi ve haberi sağlaması gerekliliğini savunur. Matthew Tindal
“[ö]zgür basın sadık bir nöbetçi gibi sürprizlere engel olur ve yaklaşan tehlikeler konusunda
zamanında uyarıda bulunur. Basın özgürlüğü siyasi züppelerden, parlamenter
kandırmacılıktan ve hükümete kölelik etmekten kurtulabilmenin güvencesidir.” der.
Faydacılık kuramında basın özgürlüğü baskıcı hükümetlere karşı, yöneten küçük azınlığın
davranışlarını dizginleyecek bir denge öğesi olarak değerlendirilir.
4.2. Gazetecilikte Sansür ve Oto sansür
Sansürün tanımı, özgün bir iletimin (mesajın) tamamını ya da bir bölümünü bloke etmeyi,
düzenlemeyi ve manipülasyonunu içeren uygulama olarak yapılmaktadır. Basında, gerçek
anlamıyla sansür haber ya da diğer yazınsal türlerin görüntü ve fotoğrafların devletin bir
kurumu özellikle de kolluk kuvvetleri tarafından yayınlanmasını engellemektir. Sansür
genellikle kitle iletişim araçları tarafından üretilip dağıtılan bilgiyi bastırma ve çarpıtma süreci
olarak algılanmakla birlikte, bu süreç hem özendirme hem de yasaklama biçiminde
gerçekleştirilmektedir. Sansür, iletinin yayından önce ve sonra olmak üzere iki süreçte işlerlik
kazanmaktadır. Mesajın yayınından önceki sansür uygulaması, onun oluşumunu önlemeye
yöneliktir. Yayından sonraki sansür ise daha çok onu biçimlendiren ve yayınlayanların
cezalandırmalarını öngörmektedir (Bülbül 2001: 293). Türk basınındaki sansür tarihini
İnuğur (2002: 260) ikinci Abdülhamit döneminden başlayarak anlatır. Yazarın incelemesine
göre, Abdülhamit yönetiminde ilk sansür, Kanuni Esasi kalkan edilerek çıkartılan 1877 tarihli
Sıkıyönetim
Kararnamesi’nin uygulanmasıyla başlamıştır. Önceleri yalnız siyasi yayın yapan gazeteler
sansüre tabi tutulurken, 1881 ’den itibaren sansür şiddetini biraz daha arttırmış, tüm gazete ve
dergiler sansür kapsamına alınmıştır. Esasen her nevi kitap ve risale 1857’den beri kontrol
edilmiştir. Ancak Abdülhamit bu kontrolü şiddetlendirmiş, 1882’den sonra ülkede her çeşit
basılı eser sansüre tabi tutulmuştur. Çünkü Abdülhamit döneminde (beyaz kâğıt, baskı
makinesi, mürekkep ve hatta kalem) dahi zararlı addedilmektedir.
23
“Sahipler ve yöneticiler gibi sektöre içsel kontrol mercileri dışında, medya organizasyonlarina
dışsal kimi kontrolörler de ileri sürebilir” diyen Gülseren Adaklı (2006: 75) bunların başında
devlet ve / veya hükümetlerin geldiğini savunur. Bir kamusal hizmet olarak yayıncılık
özellikle radyo-televizyon yayıncılığı başlangıcından itibaren şu ya da bu biçimde kamusal
düzenlemenin konusu olmuştur. Bu düzenlemeler medyayı belirli konularda sınırlandırmanın
yanı sıra teşvikini de kapsamaktadır. Ulusal güvenlikten çocukların zihinsel gelişimine,
rekabetin tesis edilmesinden halkın haber alma özgürlüğüne kadar pek çok konu üzerinde
hükümetlerin düzenleme yetkisini kullandıkları bilinmektedir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın 26. Maddesinde herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ve ya başka
yollarla tek başına ve ya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi
makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema ve ya benzeri yollarla yapılan yayımların
izin sistemine bağlanmasına engel değildir denmektedir. 28. Madde ise, (1995: 28) “[b]asın
hürdür, sansür edilemez” hükmünü içermektedir. Gazetecinin sorumluluklarından birinin de
sansüre karşı durmak olduğu Türkiye Gazeteciler Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde şu
şekilde belirtilmiştir: “Gazeteci, basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme
hakkı adına dürüst biçimde kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele
etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir. Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta
işverenine ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, öteki tüm sorumluluklardan önce gelir.
Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangidir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal
bir nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir ve paylaşır.
Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ve mesleki ilkeleri
belirler
4.3. Gazetecilikte Etik Kurallar ve Mesleki İlkeler
Etik (ethics) kelimesi, Yunanca “ethos” kelimesinden türetilmiştir. Ethos’un kelime anlamı
karakterdir. Etiğin ilgi alanıda, tüm insan davranış ve eylemlerinin temelinin araştırılmasıdır.
Etik ahlakla eşanlamlı değildir ve ahlak kurallarının ve değerlerin incelenmesi sonucunda
ortaya çıkmaktadır. Felsefede etik davranış “iyi” olandır ve kısaca, ahlak bilimi ya da ahlak
felsefesi anlamına gelmektedir” (aktaran [23:03, 1.6.2016] +90 534 665 6390: Özer 2008:
155). Bir meslek ya da uygulama alanında etik öğeler bir araya getirildiğinde etik ilkeler
(kodlar) olarak tanımlanan yazılı dizgeler oluşturulmuş olur (Pehlivan 2002: 74).
24
Jean Bertrand’a (2004: 26) göre medya etiği, bir meslek dalı içinde neyin yapılması ve neyin
yapılmaması gerektiğine, hangi davranışın kabul edilebilir olduğuna ve hangi davranışın bir
pratisyenin meslektaşları tarafından ilişiğinin kesilmesine yol açacağını oybirliğiyle belirleyen
yazılı olmayan bir geleneğe işaret eder. İrvan ise, medya etiğini gazetecilerin mesleklerini icra
ederken uymak zorunda oldukları kurallar ve ilkeler bütünü olarak tanımlarken burada dikkat
edilmesi gereken unsurun, medya etiğiyle medyada çalışan gazetecilerin etik değerlerinin
anlaşılması gerekliliği olduğunun altını çizer (aktaran Özer 2008: 160).[23:04, 1.6.2016] +90
534 665 6390: Etik ilkelerin yaptırımı olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayırmak da
mümkündür. Bazı etik ilkeler, bir işin nasıl yapılması, nelere uyulması ve ne türden yapılması
gerektiği gibi sorulara yanıt veren ilke ve kurallardan oluşmaktadır. Etik ilkeler, medya
çalışanlarına, çalışmaları sırasında yüz yüze kaldıkları etik sorunlarla ilgili karar alabilmeleri
ve gazeteciliğin inanırlığını kurmak için yardım edebilir Yaptırım temelinde yapılan ayrıma
karşın dünyanın neresinde olursa olsun, aynı meslekte çalışanların meslek etiği açısından
geliştirilen davranış kurallarına uygun davranması gerektiği belirtilerek; neden etik ilkelere
uyulması gerekliliği aşağıdaki başlıklar altında toplanmıştır (aktaran Özer 2008: 159-160).
' Kabul edilmiş / edilebilir davranışları tanımlamak için.
' Pratiğin standartlarını yükseltmek için.
' Üyelerin kendi değerlendirmelerini yapabilmeleri açısından kullanabilecekleri bir ölçüm
standardı sağlamak için.
' Profesyonel davranışlar ve sorumluluklar için bir çerçeve oluşturmak için. ' Mesleki kimlik
açısından bir araç olarak kullamnak için.
' Mesleki olgunluk açısından bir gösterge olarak almak için.
Evrensel olarak kabul edilmiş etik ilkeler incelendiğinde (Bknz: Ekl, Ek2), Türkiye’de
Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayınlanan Gazetecilerin Sorumluluk Bildirgesiyle,
Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nca kabul edilen Meslek İlkeleri Deklarasyonu’ndaki
temel ilkeler örtüşmektedir. Kabul edilmiş ilkelerin ortak noktasında da görüleceği üzere,
gazetecinin toplumsal sorumluluğunun bilinciyle bilginin gerçekliğine sadık kalarak, haberleri
çarpıtmadan doğru bir biçimde halka aktarması gerekmektedir. Genel yapı itibariyle,
gerçeklere uymak, kamuoyunun doğru biçimde bilgilendirilmesi, temel bilgilerin görmezden
gelinemeyeceği ve bilgilerin saklanamayacağı, yanıltıcı yöntemler kullanılmayacağı,
25
manipülasyondan uzak durularak mesleğini propaganda aracı olarak kullanamayacağı,
baskılara karşı direnip talimat almayacağı, hükümet müdahalelerine karşı kapalı kalıp halkın
haber alma hakkına göre davranacağı, özgürlük ilkesinin savunusu ve yanlış bilgileri
düzeltme amacı taşıması gerektiği gazetecilik meslek ilkelerinin ana hatlarını belirlemektedir.
D. Foy ve P. Brighton (2007: 163) teorideki ideal tanımlarda haberin değerinde doğruluk ve
gerçeklik kavramlarının olduğu ancak pratik uygulamalarda bu ideale nadiren rastlandığını
belirtmektedirler. Teorideki ideallerin pratikte uygulanmadığı görüşünü patronaj yapısı
üzerinden ele alan Tılıç (1998: 138) medya sahiplerinin çıkarlarının gazetecilik pratiğinin
hakkıyla yerine getirilmesine izin vermediği konusunda kuşkuya yer kalmadığını savunmakta
ve medya patronlarının olan gazetecilik ile olması gereken gazetecilik arasında ortaya çıkan
uçurumdan yarar gördüklerini ileri sürmektedir. Gazetecilik dünyada oldugu kadar Türkiye’de
de değişmektedir. Gazetecilik mesleğinin temel niteliklerinde de bu değişim açık seçik belli
olurken; bu durum özellikle 1990’da çıkan Körfez Krizi ve 1991 ’deki körfez savaşı ile
kendini iyice belli etti denilebilir. Değişiklik ise gazeteciliğin temel işlevinde görülmektedir.
26
KAYNAKÇA
Couldry, Nick. 2005.59 “Media Rituals” Media Anthropology içinde der. M. Coman ve
E. Rothenbuhler, London: Sage.
Bülbül, Rıdvan. 2001.2 Haberin Anatomisi ve Temel Yakla"ımlar, istanbul: ,Atlas
Yayın.
Schudson, Micheal. 2011. The Sociology of News, USA: Norton.
Dahlgren, Peter ve Sparks Colin. 1991.27 Journalism and Public Sphere, London:
Routledge.
Curran, James. 1997.142 “Medya ve Demokrasi: Yeniden De!er Biçme", Medya, Kültür,
Siyaset, der. S. irvan, Ankara: Ark Yayınları.
O’Neil, John. 1998.40-41 “Piyasada Gazetecilik Yapmak”, Medya ve Gazetecilikte Etik
Sorunlar içinde, A. Belsey ve R. Chadwick (der). istanbul: Ayrıntı Yayınları.
Belsey, Andrew ve Chadwick, Ruth. 1998.10 Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar,
çev, N. Türko!lu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Talu, Umur. 2002. Dipsiz Medya, istanbul: ileti"im Yayınları.
Aren, Sadun.1994.263-264 “U!ur Mumcu’ya Arma!an”, Medya ve Demokrasi içinde der.
M. Aksoy, C. Ku"çuo!lu, V. Özdemir ve A. Tartano!lu, Ankara: ÇGD Yayınları.
McChesney, Robert. 2006.65 Medyanın Sorunu, çev, Ç. Çidamlı, E. Co"kun, E. Usta,
27
İsranbul: Kalkedon Yayıncılık.
Jeanneney, Jean. 2006.38 Ba"langıcından Günümüze Medya Tarihi, çev, E. Atuk,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Özer, Ömer. 2008.14 Liberal Basın Anlayı"ı: Objektif Habercilik İdeali, Haber
De!erlili!i ve Gazetecilik Eti!i, Eski"ehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Bourdieu 1997: 79
Ward, Stephen J. A. 2004.129 The Invention of Journalism Ethics: The Path to
Objectivity and Beyond. Mentreal – Kingston: Mc Gill Queen’s University Press.
Allan, Stuart. 1999.21 News Culture, Buckingham: Open University Press.
Robert McChesney (2006'. 65 66)
Habermas, Jürgen. 2005.310 Kamusallı!ın Yapısal Dönü"ümü. çev. Tanıl Bora ve
Mithat Sancar, İstanbul: #leti"im Yayınları.
Adaklı, Gülseren. 2001.157 “Medya Politikaları”, Y ayıncılık A lanında Mülkiyet ve
Kontrol içinde der. B. Kejanlıo!lu, S. Çelenk ve G. Adaklı, Ankara: İmge Kitapevi.
28
Coman, Mihai ve Rothenbuhler, Eric. 2005.10 Media Anthropology, London: Sage.
Toruk, İbrahim. 2007.72 74 75 “Türkiye’deki Medyanın Sahiplik Yapısındaki De!i"imler”
Bir Sorun Olarak Gazetecilik içinde der. B. Arık ve M. $eker, Konya: Tablet
Yayınları.
Toruk 2007: 88).
Kourtis, Antonis.1994.296 “U!ur Mumcu’ya Arma!an”, Demokrasi, Y a!ayanların
Toplumudur, Ölülerin De"il içinde der. M. Aksoy, C. Ku"çuo!lu, V. Özdemir ve A.
Tartano!lu, Ankara: ÇGD Yayınları.
Adaklı, Gülseren. 2006.75 Türkiye’de Medya Endüstrisi, Ankara: Ütopya Yayınevi.
Dennis, Foy ve Brighton, Paul. 2007.163 News Values, California: Sage Publications.
 




                                                                                         MUHAMMED ÇOBAN

TEKNOLOJİ NEDİR

Teknoloji Nedir?
Teknolojinin Tarihçesi
Önemi Nedir? 
Faydaları Nelerdir?
Teknolojinin Zararları Nelerdir?
Teknolojide Yeni Buluşlar 
 Teknoloji Nedir:  insanoğlunun gereklerine uygun yardımcı alet ve araçların yapılması ya da üretilmesi için gerekli bilgi ve yetenektir diğer bir tanımla açıklayacak olursak  İnsanın maddi çevresini denetlemek ve değiştirmek amacıyla geliştirdiği araç gereçlerle bunlara ilişkin bilgilerin tümü.
Teknoloji Tarihçesi: Teknoloji nedir sorusuna kısaca araçların yapım bilgisi yanıtı alabildik. Birçok meslek ve alanda farklı teknolojiler vardır.( inşaat, tıp, bilişim, ulaşım teknolojisi vs.) Teknoloji canlıların doğayı ve çevrelerini kontrol etmelerini ve koşullara uyum sağlamalarını kolaylaştırır. İnsanın teknoloji kullanımı doğal kaynakların araca dönüştürülmesi ile başlar. İlkel insanların taş, ağaç ve deri gibi malzemelerle ürettiği ilk araç gereçler teknolojinin başlangıcı sayılabilir. (Yaklaşık olarak 1 milyon yıl önce, yetenekli insanlar için)  Bundan sonra en büyük aşama  ateşin kontrol altına alınmasıdır.(yaklaşık 120 bin yıl önce). Bu, yiyecek imkanlarını artırdı. İnsanları yiyecek bulma ve sindirme faaliyetlerinde kolaylaştırdı. Ateş sayesinde yiyecek ve barınma sağlandı. Yabani hayvanlara karşı savunma ve silah yapımında ateş çok önemliydi. “Bronz” madeni ateş sayesinde işlendi ve dayanıklı araçlar yapıldı.işte böyle sürekli  yeni buluşlar keşfedilerek,insan hayatına yeni yenilikler doğurmuştur.
 Önemi: Günümüzde insanların ihtiyaçları ve çeşitli konularda sorunları vardır. Bu sorunları çözebilmek ve ihtiyaçları gidermek için teknolojiye ihtiyaç duyarlar. Şuan 2015 yılı değil de daha eski zamanda teknoloji öncesi bir dönemde yaşıyor olduğumuzu bir düşünün. Temel ihtiyaçlarımızdan elektrikten yoksunuz aslında bu bile büyük bir eksik. Elinizin altındaki internet olmasaydı temel ev aletleri (çamaşır makinası, buzdolabı, fırın vb.) olmasaydı hayat ne kadar zor olurdu.
Örnek olarak eski zamanlar da insanlar beslenme ihtiyacını karşılamak için ellerinde bulanan aletleri (ağaçları, çalıları) kullanarak mızraklar yaptılar. (Dikkat edersek mızrak yapımı gördüğünüz gibi ihtiyaçtan doğdu) Hayvanları izleyerek avlandılar.
Düşünün o zamanlarda insanların beslenme ihtiyacını karşılaması bile günümüzdekine göre ne kadar zor ve farklı. Şimdi ise insanların beslenme ihtiyacını karşılaması çok kolay. Bundan da teknolojinin bir yerde insanları hazıra alıştırdığını ve tembelleştirdiğini söyleyebiliriz.
öte yandan teknoloji bir ülkenin kalkınması ve gelişmesi içinde önemli rol oynar diyebiliriz
Faydaları nelerdir: Teknoloji sayesinde bilgi alışverişi kolaylaşması; dünyanın öteki ucunda gerçekleşen bir olaydan anında haberdar olmamız ve dahası
Kısacası İnsanların hayatı kolaylaşmıştır örengin internet üzerinden alışveriş,ödeme işlemlerlerini baknakaya yada özel olan şirektlere gitmeden internet üzerinden gerçekleşmemizi sağlayarak, teknojinin bize sunduğu kolaylıklar arasında sayabiliriz.

Diğer bir şekilde insanlar,teknloji sayesinde duygu ve düşüncelerini karşı tarafa hızlı bir şekilde ifade edebilirler.

Sağlık alanında hastalıkların erken teşhisini sağlarken aynı zamanda daha kolay çözüm bulunabilir.yada son yılarda artık hastanelere uğramadan internet yada ariyarak randavu talet edebilmeleri pek çok kolaylık salanmıştır.

Teknoloji sayesinde insanların ulaşım da binek hayvanlara  veya yürüyerek gidilen yollar çok uzun zaman almaktaydı haftalar hatta aylar alabilmekteydi. Şimdi ise çok kısa sürelerde isteğimiz yerlere ulaşabiliyoruz.

 Teknolojinin Zararları: Teknolojinin pek çok yararlarını saydığımız gibi bunun yanındabi o kadar zararlarındanda söz edebiliriz, bunların başında en kısa deyimiyle
İnsanların tembelleşmesi hazıra konması
Üretici konumdan tüketici konuma düşmesi
Teknoloji sayesinde çevre kirliliği bununlar birlikte oluşan hastalıklar ve aynı şekilde teknoloji sayesinde tekrar çözüm bulması
Eskiye kıyasla insanlar arasındaki yüz yüze iletişimin azalması
Teknoloji ürünlerinin neredeyse tamamı elektrikle çalışmaktadır. Elektrikle çalışan her alet bir elektromanyetik alan oluşturur. İnsan beyninin de kendine ait bir elektromanyetik alanı vardır. Çünkü sinirler nöronlar aracılığıyla elektriksel uyarıları beynin çeşitli yerlerine ulaştırarak çalışırlar. Bu nedenle günlük hayatta kullandığımız her elektrikli cihaz mutlaka bizi olumsuz etkilerler.
  – Teknolojinin ilerlemesiyle daha fazla kağıt üretimi için ya da yerleşim yerleri açmak için  ormanlar yok ediliyor.
– Teknoloji silah sanayisi gibi alanlarda da kullanılmaktadır. örnek olarak Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaları örnek olarak verebiliriz.
– Teknoloji sayesinde yapılan araçların egzoz dumanları temiz havayı her gün biraz daha kirletmektedir.
– Sanayileşme ile fabrikalar artmaktadır ve fabrikaların bacalarından çıkan dumanlar doğal çevremizi kirletmektedir.
– Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte makineleşme başlamıştır ve bu nedenle bir çok insan işsiz kalmıştır.
– Dünyadaki küresel ısınmanın giderek artmasının en büyük nedeni ise her gün ilerleyen teknolojidir.


                           TEKNOLOJİDE YENİ BULUŞLAR
         TEKNOLOJİ İLE HAYATIMIZI DEĞİŞTİRECEK 5 BULUŞ
Belki de günlük hayatımızı, yaşam alışkanlıklarımızı kökten değiştirecek olan bu 5 yeni buluşu titiz bir çalışmayla gözler önüne serdi
Yüzyılın gidişatına şekil verecek gibi bu buluşlar günlük hayatımızda ne gibi bir önem teşkil edeceği merak konusu şuanda.
Bunlardan
 ANTİ KAMBUR DURUŞ EKRANI
Philips’in ErgoSensor monitörünün önünde kambur durduğunuz anda dik durmanız için uyarı alıyorsunuz. Sensör sayesinde sırt ağrıları ve göz yorgunluğu için kamerayla vücut pozisyonunuz takip ediliyor ve nasıl oturduğunuz belirleniyor. Çok mu yakınsınız ya da boynunuzu çok mu eğdiniz, sizi ergonomik doğru pozisyon için uyarıyor. Ayrıca bu monitör ayağa kalkıp ara vermeniz için de uyarıyor.
 DÜŞÜNEN DİŞLERİN ÜRETİLMESİ
 Princeton ve Tufts’taki bilim adamları “çok ince” diş sensörü üzerinde çalışıyorlar. Bakteri, diş taşı ya da enfeksiyon olduğu anda sensör alarm gönderiyor ve ayrıca bu bilgiyi dişçinizle de paylaşıyor. Bu sistem midedeki ülser ve kanser hastalıkları araştırmalarında tükürük teşhisinde kullanılmış.
ROBOTTAN EVCİL HAYVAN
British Colombia Üniversitesi “akıllı tüy”e sahip robot evcil hayvan üretti. Şefkatli ya da öfkeli bir ruh hali ile dokunduğunuzda, “duruma göre” tepki veriyor bu robot. Alerjisi olanlar ya da evcil hayvanından uzakta kalanlar için ideal.






  YENİ İTFAİYECİLER
Büyük bir yangını söndürmek için çok fazla su ve toksik madde içeren kimyasal kullanılmak zorunda kaliyoruz. Pentagon’daki Güvenlik Araştırma yetkilileri elde taşıyabileceğiniz, yangını kimyasallar olmadan söndürebilen bir alet ürettiler. Alevi havasızlıkla söndürmek yerine elektrik alanıyla alevin yapısı istikrarsız hale getiriliyor. Bu teknoloji; etraftaki hassas yapılara zarar vermeden yangını söndürmek için de uygun.
 VÜCUDUNUZ ARTIK ŞİFRENİZ
Danimarkalı ve İtalyan araştırmacılardan oluşan araştırma takımına göre cep telefonunuza cevap verirken kulağınıza doğru yaklaştırdığınızda belli bir açı ve hızda hareket ettiğinizden yaklaştırma şekliniz sizin parmak iziniz olacak. Ayrıca sürekli internet şifresini unutanlar için; sandalyenizi nasıl hareket ettirdiğiniz bilgisayarınız için şifre haline gelebilir.
                                                                            Muhammed ÇOBAN

19 Eylül 2017 Salı

SOSYAL PSİKOLOJİYE GİRİŞ

SOSYAL PSİKOLOJİYE GİRİŞ
 
A.SOSYAL PSİKOLOJİ
Sosyal psikoloji bireysel davranışlar üzerinde toplumsal ve kültürel faktörlerin etkisini ve toplumsal oluşumlarda psikolojik  öğelerin Rolünü Araştıran Bir disiplindir. Sosyal psikoloji hem sosyolojinin Hem de Psikolojinin kavram ve yaklaşımlarından yararlanarak insanın sosyal davranışlarını inceler.Sosyal Psikolojinin temel amacı insanların gösterdiği toplumsal davranış kalıplarını incelemektir. toplumsal davranış kalıpları; toplumsal baskı toplumsal ve genellik olmak üzere üç boyutta incelenebilir. Toplumsal baskı Kalıbın uyulmaması durumunda toplumun uyguladığı yaptırımların türü ve ölçüsüdür.Söz konusu kalıbın toplum açısından anlam Toplumsal değerdir.Sosyal psikoloji insanla ve onun toplumsal yaşama ile ilgilidir sosyal Psikolojinin temel konusu bireyin davranışlarının diğer insanların duygu ve düşüncelerinden nasıl etkilendiği ile ilgilidir.
SOSYAL PSİKOLOJİNİN KONUSU
Sosyal Psikoloji'nin temelinde psikoloji ve sosyoloji vardır İnsanın sosyal etkileşimini genel bir ifadeyle sosyal olaylarla etkileşimi Sosyal Psikoloji'nin konusunu oluşturur.Sosyal Psikolojinin temel konusu olan birey ve toplum ilişkisinde birey Toplumdan ayrı düşünmek ne kadar mümkündür böyle bir ayrım yapmak yapay bir çabadır insanın gündelik yaşamı sosyal Dünya ile pek çok farklı düzeylerde sürekli ilişki kurarak sürdürür. Sosyal psikoloji bireyin insanlar arası ve sosyal çevre ile olan ilişkilerini sosyal tecrübe ve davranışlarını Grup üyeliği ve grup davranışlarını kişilik benlik ve kimlik konuları üzerinde durur.
SOSYAL PSİKOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI
Sosyal Psikoloji'nin Temel kavramlarından biri toplum kavramıdır toplum kavramı hernekadar yekpare bir anlamı abla getirse de aslında toplumların sosyal psikolojik temelleri toplumu oluşturan bireylerin statüleri ve Statülerinin Gereği olarak ortaya koyduk rol davranışları tarafından Belirlenir.
SOSYAL PSİKOLOJİNİN ALT ALANLARI
Sosyal psikoloji tarihinde bireysel yaklaşım taraftarları ile kültürel yaklaşım taraftarları arasında köklü bir tartışma yapıla gelmiştir.Bu yaklaşımlardan biri sosyal fenomenleri kültürü ve sosyal sistemleri bireysel değişimlerinin bir sonucu olarak görülmüştür
PSİKOLOJİK SOSYAL PSİKOLOJİ
Psikolojik sosyal psikoloji olayları içten dışa bireyden çevreye doğru inceler psikolojik sosyal psikolojide kişi ön plana çıkartılırken Sosyolojik sosyal psikolojide sosyal etkileşim ve çevre  sosyal ön plana çıkartılır.
SOSYOLOJİK SOSYAL PSİKOLOJİ
Sosyolojik sosyal psikoloji olayları dıştan içe doğru ele almaktadır burada araştırma birimi bireyden daha geniş olan sosyal çevre ya da gruptur bu yaklaşım kişinin iç Olaylarıyla değil kişiler arası etkileşim ile ilgilidir Bu görüş de Sosyal psikoloji Sosyolojinin bir alt dalı olarak niteler.


SOSYAL PSİKOLOJİ KURAMLARI
Sosyal psikolojik analizler çerçevesinde çeşitli kurallar geliştirilmiştir Bunlar biri bireyin tüm belleğinin onun dışa vurmuş somut göstergesi olan davranışlar  üzerinde duran davranışçı      kuramdır .Sosyal psikoloji analizlerinde diğer bir kuramInsanın davranışlarının çevresel etkenlerden değil Onun algılama ve yorumlama tarzından yani bilişsel veya zihinsel süreç nereden kaynaklandığını ileri süren bilişsel kuramdır.
DAVRANIŞÇI KURAM
Davranışçı yaklaşımın temeli Pavlov'un klasik koşullanma deneyleri ile atılmıştır. bu yaklaşım organizmanın davranışının temel olarak çevre tarafından belirlendiği idare eder. davranışçı kuramcılar davranışlar ve toplumsal gecelikler üzerinde yoğunlaşmışlardır.
PSİKOANALİTİK KURAM
Psikoanalitik Kuram S.frued Tarafından zamanın orta ve yüksek toplumsal tabakalardan gelen hastalara ait klinik Gözlem ve verilerine dayalı olarak geliştirilmiştir. Freud Kuramını geliştirirken fen bilimlerinin yöntem ve Kavramlarından yararlanmıştır. diğer bir ifadeyle o dönemki fen bilimleri'nin özellikle Fizik biliminin verilerinden yöntem ve yaklaşımlarından yararlanarak teorisini oluşturmaya çalışmıştır.
ATIF KURAMLARI
Sosyal psikolojide Atıf kuramı insanların kendi davranışlarını  Ve başkalarının davranışlarını nasıl algıladıkları anladıkları ve Anlamlandırdıklarını Açıklamaya çalışır Örneğin bir iş görüşmesi sonucunda görüşmenin kötü gittiğini ve sonuçta da işe algılandığını varsayalım bu durumu kendimize aile ve Arkadaşlarınıza nasıl açıklarsınız?iş görüşmesi kötü geçen ile iyi Geçenin görüşmecilerin değerlendirme biçimi aynı mıdır ?  aynı değilse Bu farklılık nereden kaynaklanır? Şüphesiz bu sorunun cevabı aynı olay ve olguya etmekten yüklenmekten kaynaklanır.
DİĞER KURAMLAR
Sosyal psikolojide açıklanan yaklaşımlardan başka yaklaşımlardan da vardır Örneğin sosyal davranışı kişilik temelinde açıklayan Evrensel yaklaşım roller kurallar yaklaşımı ve kültürlerarası yaklaşım bunlardan bazılarıdır.Kısaca belirtecek olursak kişilik temelli yaklaşım davranışları açıklarken kişilik üzerine odaklanır. Örneğin liderlerin karizmatik özelliklerinden dolayı Lider olduğu bireyin gruba uyma davranışını uyumadı kişiliğinden kaynaklandığını İleri   sürülmektedir.Ancak genel olarak sosyal Psikologlar kişiliğin sosyal davranışı sadece kısmen açıklayabileceğini ileri sürmektedirler Zira kişiliğinde davranış gösterilen bağlama göre değişebildiği ve onun açıklamaya muhtaç olduğu iddia edilmektedir.Insanın toplumsal ve ruhsal davranışlarının psikolojik temellerinin anlaşılması da diğer bir kuram adler  tarafından geliştirilen Amaca dönük  Ve  bütünlüğü olan yaratıcı benlik anlayışıdır adlere  Göre benlik bireyin Yaşam tarzını ortaya koyar. yaşam tarzı bireyin kendisi tarafından oluşturulur tüm psikolojik süreçler yaşam tarzının etkisi altındadır bireyin kişiliği davranış duygu ve bilişsel süreçlerden etkilenerek oluşur. adlere Göre kişiliği oluşturan temel faktör ireydeki üstünlük arzusudur tüm bireylerde üstünlük arzusu içgüdüsel olarak vardır sözkonusu İçgüdü  tatmin edilmedi zaman bireylerin İslam dünyasında çatışmaların yaşanacağı ileri sürülmüştür Diğer taraftan Adler kişiliğin Çevresel faktörlerle mücadele içinde şekillendiği ve bireylerin Bu faktörlere karşı geliştirdiği rekabetçi özellikleri onların kişilik özelliklerini belirlediğini ileri sürmüştür.


                 SOSYAL PSİKOLOJİDE KİŞİLİK VE KİŞİLİK KURAMLARI
A.KİŞİLİK
Kişilik bireyin bütün özelliklerini yansıtan ve onu diğerlerinden ayırarak kendine özgü kılan özellikler bütünüdür. kişilik bireyin kendisi yapan özellikler toplamıdır.bireyin diğer bireylerden ayırt ediciTutarlı ve yapılaşmış özellikleridir kısaca kişilik bireyin zihinsel bedensel ve psikolojik farklılıklarını kendi davranış biçimlerine ve yaşam tarzına yansımasıdır.
Kişilik sözcüğünün kökenine baktığımızda Latince'de tiyatro oyuncularının rolleri ne uygun olarak yüzlerine taktıkları maske anlamına gelen persona sözcüğünden türemiş olduğunu görürüz. Yani bir anlamda çevremizde olan ilişkilerinizde hemen hemen hepimiz yüzünüzden birer maske taşımakta. hayat zaten bir piyestir diyenler bu maskeyi üzerinde sürekli. Taşıyanlardır.  buna karşılık Insanlar bu maskeyi zaman zaman takma ihtiyacını duyabilirler. Bu açıdan kişilik bireyin diğer bireylerle kurduğu ilişkilerdeki tepki ve kendisini gösterme biçiminde kapsar. Kişilik insanların diğerlerini nasıl etkilediklerini kendilerini nasıl gördüklerini ve değerlendirdiklerini Buz ve iç ölçülebilir özelliklerinin neler olduğunu ve birey durum etkileşiminin nasıl gerçekleştiğini açıklayan bir terimdir. kişilik kavramının ellerini aşağıdaki gibi açıklayabiliriz:
Diğerlerini etkileme :Insanların başkalarını etkilemeleri temelde Dış görünüşe dayanır. boy, kilo, göz, ten  saç rengi ve diğer fiziksel özellikler diğer insanlar üzerinde farklı etkiler bırakır.
Kişilik özellikleri :Insan davranışını tanımlamada fiziksel özelliklerden çok Kişilik özelliklerini Kullanılır.
Kendini tanıma: Insanların kendilerini anlama davranışlarına kendini tanıma denir. kendi ya da benlik kavramı kişiliğin içeriden görünümü demektir. kendini tanımanın kendine saygı ve kendine yeterlilik olmak üzere iki yönü vardır. Kişiliğin birey bütün özelliklerini yansıtan bir kavram olduğu anlaşılmaktadır.Kişilik tanımları incelendiği zaman ,Bu tanımlar arasında ortak nokta olmakla birlikte,  tanımların üzerinde birleştikleri Bir tek kişilik tanımı yoktur. Bu tanımlar daha çok söz konusu tanımları Yapanların kişilik olgusu kendi kişilikleri bakımından olmalarından  kaynaklanır. yani kişilik tanımlarının çok Farklılığı kişilik olgusunun subjektif yargılardan kaynaklanması nedeniyledir. Çeşitli kişilik tanımlarının bulunması da aslında farklı kişiliğin kaynağıdır.Kişilik ;He, karakter veya tane gibi unsurlardan oluşur.
KİŞİLİĞİN TANIMLANMASI
Herkesin yaşam biçimi olarak bilinçli ve bilinçdışı yollardan geliştirmiş olduğu kökleşmiş davranış biçimleri vardır kişilik bireyin kendine özgü ve ayırıcı davranışlarının bütünüdür.Kişilik bileyim belli bir süreçte ortaya koyduğu tutarlı davranış kalıplarıdır.
KİŞİLİĞİN TEMEL UNSURLARI
Insanlar tek tip değildir her biri ayrı bir kişiliktir Inanan  sayısı kadar kişilik vardır Kimi uysaldır olumlu ve alınmalıdır kimi problemli kederli geçimsiz aksidir bununla beraber insanların birbiriyle anlaştıkları ve uzlaştıkları ve bu nedenle de dost oldukları ortak yanları ve iyi tarafları da vardır.Kişiliği tek bir olgu olarak düşünmek yerine,Birçok olgunun birleşme olarak düşünmek daha doğrudur. tüm kişilik özelliklerini bu 3  boyutundan birinin kapsamında Düşünmek gerekir. kişilik boyutlarını aşağıdaki gibi belirleyebiliriz:
  • Karakter
  • Mizaç
  •  yetenektir.
Karakter:Karakter kavramı çoğu kez kişilikle aynı anlamda kullanılır. Oysa karakter, kişiliğin sosyal ahlaki özelliklerini. ifade bir başka ifade ifade ile karakter, bir erkeğin cinsel gücünü oluşturan şekillerden özelliklerdir. bu tanımlara göre, karakter, kişiliğin omurgasız durumundadır.
Mizaç(huy):Kişiliği oluşturan ikinci faktördür. Mizaç nereye ait bazı Temel ve ayırt edici özellikler. ifade eder. Mizaç,Bireye özgü oldukça sınırlı belirli duygusal tepkilerin ortaya konur biçimidir.
yetenek:Kişiliğin oluşturan diğer bir ilke yetenektir. yetenek Heycanlılık  içe dönük kavgacılık canlılık, sosyal gerginlik, sosyal uyum, balkonlu gibi özelliklerdir. yetenek sadece kişiliği oluşturan bir özellik değil, aynı zamanda Kişiliğin biçimlenmesinde de önemli bir  faktördür. Örneğin üstün zekalı birinin, çalışma ortamına Daha çabuk ve daha iyi uyum  sağlaması Beklenir.  yetenekler zihinsel ve bedensel olmak üzere iki gruba ayrılır. bedensel yetenek, fiziksel olarak gösterilen yeteneklerdir. bedensel yeteneklerin büyük bir kısmını bireyin Doğuştan getirdiği zamanla kullanılabilir kaldı özelliklerdir.
KİŞİLİĞİ BELİRLEYEN FAKTÖRLER
İnsanoğlu fizik bir birimdir,   bireydir, ayrı ve kendine özgüdür, eskilerin deyimiyle Nevi şahsına  münhastır.Tüm diğer varlıklardan diğer insanlardan ayrıdır. Kişilik çok yönlü bir kavramdır. Bu nedenle ortak ve genel bir tanımı yapılamamıştır.
BİYOLOJİK VE KALITSAL FAKTÖRLER
Kişilik özelliklerin temelinde, Biyolojik ve kalıtsal özelliklerin önemli bir rolü vardır. kısa ve uzun olmak, zayıf ve şişman güzel ve yakışıklı, Göz ve Ten  rengi Hatta Jest ve mimiklere Kadar birçok özellik kalıtsal olarak üst soylardan davranılmaktadır Bunlar bireyin kişilik özelliklerini ortaya koymaktadır. insanın yaşadığı çevrenin fiziksel özelliklerine verdiği tepki, onun kişiliği üzerinde önemli etki yapar.
SOSYO-KÜLTÜREL FAKTÖRLER
Her insana ait olduğu kültür tarafından çepeçevre kuşatılmıştır. tutum ve davranışlarını belirleyen söz konusu sosyal ve kültürel faktörlerdir. birey, bulunduğu kültürel Yapı içinde öğrendikleriyle bazı yeni özellikler elde ederek kişiliğini şekillendirir.
AİLESEL FAKTÖRLER
Aile dediğimiz kurum anne ve baba çocuklardan oluşan İnsanlığın en köklü kurumudur anne ve baba sadece kalıtsal veya biyolojik yönden değil psikolojik,Zihinsel ve duygusal bakımdan da  çocuğu etkiler. aile bir çocuğun ilk kültürel çevresini oluşturur. bireylerin  sosyo kültürel de  diğerlerini iki öğrenmeye başladıkları yer ailedir. bu durumda, anne baba Toplumsallaşmanın ilk kaynağı ilk modelidir.
SOSYAL YAPI VE SOSYAL SINIF FAKTÖRLER
Kişilik; fiziksel, sosyal ve kültürel çevreye  göre belirlenir. Dolayısıyla kişiliğin belirlenmesindeki en önemli etkenlerden biri sosyal yapı ve sosyal sınıf faktörleridir.  insanların içinde yetiştikleri sosyal yapı ve sosyal sınıflar, onların eğitim, yaşam standartların ve statüleri üzerinde etki eder.
COĞORAFİ VE FİZİKİ FAKTÖRLER


Insanların çevrelerinin ürünü olduklarını bir yere kadar kabul etmek gerekir. insanın bir coğrafi çevrede doğduğu zaman oranın havasını teneffüs ederek suyu içerek ve bitkilerin ve meyvelerin diyerek oranın toprağına karışır Aslında insanın biyolojik yapısını oluşturan  yaşadığı coğrafyadır. Dolayısıyla yaşadığı coğrafyanın suyuna da toprağına karışan insan doğal olarak o yere özgü bir kişilik geliştirir.
DİĞER FAKTÖRLER
Anne baba tutumlarının da insanın kişiliğini şekillenmesinde önemli bir etkisinin olduğu bilinmektedir daha önce üzerinde durduğu gibi, Anne ve baba çocuğun aile yapısını oluşturur ve aile Kurumu İnsan kişiliği üzerinde etki eden önemli faktörlerden biridir. Örneğin Annenin ve babanın aşırı koruyucu tavırları çocuğun zihinsel psikomotor sosyal ve duygusal gelişimini ve olumsuz etkiler koruyucu tavır çocuğun kendi yeteneklerini geliştirmesini,Yeni beceriler kazanmasını, Özgüven kazanmasını, benlik saygısının gelişimini olumsuz olarak etkiler.
KİŞİLİK KURAMLARI
Sosyal psikoloji olayları incelerken farklı hipotezlerden ve kurallardan Yola Çıkar Dolayısıyla sosyal olayları ve olguları incelemek için farklı kuramlar geliştirilmiştir Bu kuramlar; psikoanalitik   kuram, Davranışçı kuram  bilişsel kuram   rol kuramlarıdır.
İNSANCIL KİŞİLİK KURAMI
Insan davranışını bir bütün olarak Kavrayabilmek  için insanı özellikli bir varlık olarak incelemek gerekir.Insancıl yaklaşımın savunanlar bilinçsiz güdülenme veya geçmiş deneyimler yerine mevcut kişiliği incelemişlerdir.
MASLOWUN BÜTÜNSEL DİNAMİK KURAMI
Insancıl yaklaşımın önemli temsilcisi olan maslow Kuramının iki temel varsayımı vardır: Birincisi, bireyin her davranışı, ihtiyaçlarını tarafından  güdülenir bireyin belli bir davranışta  bulunması için Bir ihtiyaç tanımı yapması gerekir. ikinci varsayımı ise ihtiyaçların sırasıyla( Hiyerarşi) ilgilidir. bu varsayıma göre bireyin alt kademelerde bulunan ihtiyaçlar giderilmeden üst kademedeki ihtiyaçların doğmaz ve birey bir davranışta bulunmaya sevk edemez.
ÖZELLİKLER YAKLAŞIMI
Bireylerin doğuştan getirdiği ve sonradan kazandığı özellikler toplamı olan kişilik Antonioni Tarafından beş faktörlü kişilik olarak ele alınmıştır beş faktörlü kişilik yaklaşımı kişilik özelliklerini çift kutuplu olarak ele almaktadır Bunlar dışadönüklük içe dönüklük geçimlilik geçimsizlik sorumluluk Sorumsuzluk  açıklık kapalılık ve Duygusal dengesizlik duygusal tutarlılıktır.
                                  


                                   BENLİK VE BENLİK KURAMLARI


BENLİK
Benlik Her şeyden önce kendimize ilişkin Inançlarımızın bütünüdür önemli özelliklerimiz nelerdir?
Neler de iyiyiz? Nelerde zayıfız?hangi tür durumları tercih ederiz? Bir kişinin kendisini sosyoloji profesörü olmayı planlayan bir kadın olarak düşünebilir kim olduğumuz hakkında sahip olduğumuz inançların tümüne birden benlik kavramı adı verilir kim olduğumuza ilişkin açık bir fikriniz vardır insan nötür bir şahsiyet olarak dünyaya gelir ve Fiziksel gelişimine paralel olarak bir de benlik geliştirir fiziksel gelişimi belli bir yaşa kadar devam eder. sonra durur ve daha sonrada gerilemeye başlar.
BENLİĞİN GELİŞİMİ
Benlik kendimize ilişkin inançlarımızın tümüne verilen addır bu inançların içeri benlik  kavramı olarak bilinir. Benlik kavramının içeriğine ilişkin değerlendirmemize kendine saygı adı verilir bellek bilgisi erken Toplumsallaşmada bankalardan yansıyan değerlendirmelerden çevresel farklılıklardan toplumsal karşılaştırma sürecinden toplumsal kimlikten ve kültürden kaynaklanır benlik insanın kişiliğini temelinde bulunur ve onun algı Duygu zihin dünyasının Bir gününü ifade eder insanın kendini nasıl görüp nasıl konumlandırdığı Ve kendisine hangi anlamlı yüklediği benlik algısı ile ilgilidir bireyin Kim olduğuna ve kendisini nasıl gördüğüne dair tasavvurlarının Tümü   onun benliği ile ilgilidir benlik kısaca bireyin  Kendine anlamı yüklemesidir.
BENLİK TÜRLERİ
Benlik kavramı üzerine çalışanlar farklı benlik türleri üzerinde durarak Ben neyin ne olduğunu belirlemeye çalışmışlardır bu kavramlar aşağıda Kısaca açıklanmıştır.
Vücut benliği: Insanın çocukluğundan yaşlı ne kadar vücudunda yaşanan değişiklikleri anlamı sağlığının belli kaldım algısıdır.
Cinsiyete ait benlik: Kişinin ergenlik döneminde vücudunda yaşadığı hızlı değişimleri fark etmesi ile ilgili benliktir.
Sosyal  benlik: Aile arkadaş sosyal gruplar yıllar kategoriler ve toplumdaki diğer insanlarla iletişim kurma ile ilgili benlik algılamalarıdır.
BENLİK ALGISI TUTUMLAR VE DAVRANIŞLAR
Benlik algısı ve benlik bilinci kişinin kendisini ötekilerin den ayrı bağımsız toplumsal bir kimliği olduğunun farkında oluşudur.Her insanın kendi varlığı hakkında doğru olduğuna inandığı Inanışları  düşüncelerinden oluşan organize ve dinamik bir algısı vardır.Bu kişinin kendini Tanımlama biçimidir.


                     


                                     İNANÇ VE DEĞERLER


İNANÇLAR
Inançsız bir insan psikolojisi düşünülemez inançların birey de oynadığı temel rollerden en önemlilerinden biri onun psikolojik dünyasına bir yapı ve devamlılık kazanmasıdır n önemli inanç ve tutum ise insanın kendisi hakkında sahip olduklarıdır Türkçe sözlükte İnanç ‘’ Bir düşünce gönülden bağlı olma durumu’’ Inançlar bireyin tutumları ile doğrudan bağlantılıdır. çünkü tutumlar, genellikle inançların bir yönüne bağlı olarak ortaya çıkar ve inançlardan etkilenir.
İNANÇ NEDİR ?


Inanç insana benlik kazandıran, onu özel bir varlık yapan psikolojik zihinsel duygusal ve insan olma özelliğini kazandıran yargılar bütünüdür. Inançlar içsel dünyamızın Kalbimizin Ruhumuzun ve Psikolojimizi ihtiyacıdır inançlar aynı zamanda bir manevi tatmin aracıdır.
İNANÇ KAVRAMI


İnanç bir şeyin öyle olduğuna ilişkin belirli nedenlere indirgenemeyen  peşin kabulüdür  İnanç, bir düşünceyi veya kanaati benimseme ve kabul etme durumudur geniş anlamda bir dini felsefi sistemi ve ideoloji kabul etme benimseme ve kalben tasdik etme diğer diğer bir  tanımla inanç Bir insanın her hangi bir düşünceyi kısmen ya da tamamıyla kabul etmesi durumdur.
Inanç ve benzer kavramlar
Inanç kavramına yakın anlam içeriğine sahip kavramlardan biri tutumlardır bir olaya ve olguya inandığımızı belirttiğimiz zaman bizim için Gerçeğin olduğunu ifade etmiş oluruz her tutum  İnanç vardır; Ancak her inanç Tuttum oluşturmayabilir. inançların tutumlarla da  İnanç vardır. ancak her İnanç tuttum oluşturmayabilir. inançların tut onlarla olan yakın benzerliği nedeniyle tutumları oluşturan zihinsel duygusal Davranışsal öğelerin  inançlar konusunda da geçerli sayılması doğaldır.inançlara yakın anlam içeriğine sahip diğer bir kavram da kanaat kavramıdır.  kanaatler tutumların sözlü ifadeleri  Ancak Kanaatler  Tutumların oluşmasında rol oynamaz,daha çok tutumları yansıtırlar.Kanatlar bireyin bir olayın veya olgunun açıklamasına kendinden kattığı yorumlar ve Kanatlerdir.inanç kavramı yakın bir diğer kavram da bilgidir bilgi öznenin nesne üzerindeki etkisinden Doğan üründür.Ideoloji kavramı da inanç kavramına yakın bir anlama sahiptir ideoloji bir kişiye gruba topluma ait özel çıkarları farklılaştırmayı meşrulaştırmaya yarayan fikirler sistemidir.
İNANÇ TÜLERİ
Kant inanç türlerini faydacı Spekülatif Dogmatik ve ratik İnan şeklinde incelenmektedir pratik inanç bizi amacımıza ulaştıracak Tek seçenek değildir Ancak amacımıza ulaşmak da yardım edebilir .
DEĞER NEDİR?
Derler insanın tüm tutum ve davranışların da inanç ve eylemlerinde nesneye karşı takındığı tavırla ilgilidir.

facebook

https://www.facebook.com/tajdinn







































Öne Çıkan Yayın

Xiaomi Mi 6X

Xiaomi Mi 6X nasıl olacak Mi 6 ile Mi 7 arasında bir geçiş telefonu olması beklenen Mi 6X kamera özellikleri ile dikkat çekiyor. Telef...